Evrim-Psikoloji İlişkisi ve Evrimsel Psikoloji: Bir Ayrımı Yalınlaştırma Denemesi | Can Derdiyok

0
1967

Kavramların arasındaki bağlar üzerine düşünmek, onlar arasında ilişkiler kurmaya gayret etmek, bu bağlamda konuşmak, tartışmak; konuşup tartışırken yeni olanaklara kapılar açmak çoğu zaman beraberinde zorlu süreçleri getirir. İlerleyebilmek ya da esasında herhangi bir şekilde hareket edebilmek için bir tür başlangıç noktası ya da noktalar kümesi belirlemek gerekebilir. Belirlediğimiz nokta ya da mümkünse noktalar kümesi, bir başka deyişle alanlar, hareketlerimizin sonsuzluk içinde kaybolmamasını sağlamak, “güvenli” konumlar oluşturabilmek açısından oldukça değerlidir.1

Bilim disiplinlerinde “uzmanlaşma”nın2 ileri boyutlara ulaştığı ve her geçen gün de ilerlemeye de devam ettiği günümüzde, yeni olanaklara kapılar açabilmek3 adına göze alacağımız zorlu süreçlerin sancıları, nokta ya da noktalar kümesi şeklinde tarif etmeye çalıştığım hareket konumunu (kimi zaman dönüş konumu olabilir) belirlemeye çalıştığımız ilk anda kendini gösterebilir. Bir disiplinin özellikle de alt alanlarıyla kurulan “profesyonel” ilişki derinleştikçe, bir anlamda “uzmanlaşma” arttıkça, başka disiplinlerle temas edebilme olanakları azalabiliyor; olanaklar azaldıkça temas kurma zorunluluğu ve/veya isteği söz konusu olduğunda yeni olanaklara kapılar açmak adına hareketi sağlamak güçleşiyor.

Disiplinlere dair “uzmanlaşma” eğiliminin neden, nasıl ve hangi koşullarda gerçekleştiği ve gerçekleşmeye devam ettiği incelenmeye, düşünmeye ve daha fazla çözümlenmeye ihtiyaç duyulan bir konu. Çünkü konunun tarihsel ve politik bağları oldukça derin, dolayısıyla kapsamlı bir bakış gerektiriyor. Eklemek gerekir ki, politik olan söz konusu olduğunda eleştirel bakış kimi zaman bile isteye geri plana atılıyor, kimi zaman eleştirel bakışın “sınır”larına çarparak dönüşe geçiliyor. Söz konusu tarihsel ve politik bağlamıyla eleştiri olduğunda, eleştirinin bağlamı, niceliği ve niteliği buradaki sınırı belirlemek için önemli. Paul Baran, aydınların konumları ve yapıp etmeleri üzerine yazdığı makalesinde ayrımı “… statükoyu korumaya çalışan egemen sınıf tarafından ve bu sınıfın emrinde olup aydınları en hafifinden hayalcilik ya da metafizikle, en kötüsü de yıkıcılık ya da bozgunculukla suçlayan kafa işçileri tarafından bir ‘dert yaratıcısı’, bir ‘baş belası’ olarak görür” şeklinde yapıyor ve egemen olana karşı “duruş”un sınırlar konusunda belirleyiciliğine işaret ediyor (akt. Başkaya, 2019, s. 31). Ancak bu noktada, yazının bağlamı açısından oldukça işlevsel olacağını düşündüğüm için öncelikle yukarıda bahsi geçen “uzmanlaşma” eğilimine dair temel sayılabilecek tespitler yapmaya, sonrasında ise mevcut eğilime giden yolu çeşitli boyutlarıyla ele almaya çalışacağım.

İlk olarak, bir bilim disiplinindeki spesifik bir çalışma alanına dair “uzmanlaşma”nın ve “uzmanlaşma” sonrası çalışma sürecinin çoğu zaman başkaca bilim disiplinlerine, felsefeye, sanata, güncele ve gündeliğe; hatta o bilim disiplininin kendisine yabancılaşmayla sonuçlanabildiğini belirtmeliyim. İkincisi ve belki de ilk tespitin doğal çıkarımı olarak, disiplinlerin birbirlerine yabancılaştığını ve disiplinlerin böylesi yabancılaşma halinin yeni olanaklara kapılar açmayı, hareket noktalarını belirlemeyi, kavramlar arasında bütünsel düşünerek bağlar kurmayı ve burada sayılamayacak kadar pek çok şeyi zorlaştırdığını söyleyebiliriz.

Gulbenkian Komisyonu’nun sosyal bilimler üzerine 1993’te hazırlamaya başladığı raporun sonuç bölümünde dört temel öneri bulunmaktadır ve ilginçtir ki bu dört temel öneri de doğrudan disiplinlerin ve disiplinlerle uğraşan insanların “yalnızlaşma”sını önlemeye yöneliktir. Raporun ikinci maddesi, “Üniversite yapıları içinde, geleneksel disiplin sınırlarını aşan, belirli entelektüel hedefleri ve belirli bir zaman dilimi için (örneğin beş yıl) kendi fonları bulunan birleşik araştırma programlarının oluşturulması” şeklindedir (Gulbenkian Komisyonu, 2018, s.103). Özellikle bu madde yukarıda bahsetmeye çalıştığım “uzmanlaşma” durumunun mevcut haliyle disiplinleri, disiplinlerle meşgul insanları yabancılaşma yoluna götürdüğü ve “yalnızlaşma” ile virajlı hale getirdiği yolu kesmek adına umutsuz bir öneri olarak okunabilir.

Özellikle sosyal bilim disiplinleri olmak üzere bilim disiplinlerinin tamamına yöneltilen aşırı “uzmanlaşma”, “yalnızlaşma”, bütünsellikle bağı kaybetme, kendi ilgi alanına hapsolma, kopuş hali, kriz içinde olma vb. şeklindeki söylem çeşitliliği3 mevcut duruma dair memnuniyetsizliği görebilmek adına önemli; aynı zamanda bu söylemlerin ve memnuniyetsizliğin hiç de yeni olmadığını belirtmek gerekiyor (Vigotski, 2021). Özellikle psikoloji alanında “Replication Crisis” olarak bilinen ve psikoloji disiplininde önemli tartışmalara ve aynı zamanda ayrışmalara yol açan başlığa dair Yıldız’ın (2018) makalesi kapsamlı ve eleştirel bir örnek olarak gösterilebilir.

Mevcut memnuniyetsizlik halinin çeşitli biçimleri olduğunu da belirtmek gerekiyor. Bu biçimleri ayırt edebilmek için memnuniyetsizlik haline soracağımız “neden” sorusu bizim için iki anlamda önemli: Elbette ilk olarak, sorunun hangi alanlarda, kimlerce ve nasıl algılandığını, ikinci olarak ise bu algılamadan hareketle “çözüm”(ler)e yönelik önerileri ve gelecekte ne(ler) olabileceğine dair perspektifleri anlayabilmek. Sorunu algılama, değerlendirme ve sorundan hareketle çözüme yönelme isteği arasındaki ilişki kuşkusuz derin; aynı zamanda bağımlı bir ilişki.

Bu noktada ölçeğimizi biraz büyütüp daha “somut” olana yönelerek ilerlemek hem örnekleme hem de düşündüklerimizi bir teste tabi tutmak açısından fayda sağlayabilir. Ölçeğimizi, belki de tartışmaların ve aynı zamanda karşıtlıkların sıklıkla yoğunlaştığı “doğa bilimleri-sosyal bilimler ilişkisi”ne, daha da özel olarak biyolojik evrim ve psikoloji ilişkisine doğru tarihsel, politik ve farklı başkaca bağlamlar çerçevesinde büyütebiliriz.

Geçmişin Tortuları: Tarihte Eleştirel bir Gezinti

Bugün ilk elden aklımıza gelen pek çok bilim disiplininin kurumsallaşma dönemini 18. yy.-20. yy. aralığına tarihleyebiliriz (Yıldırım, 2016). Tarihlediğimiz aralık, yalnızca bilim tarihi açısından değil, insanlık tarihi açısından da oldukça önemli bir aralık olarak değerlendirilebilir; iki yüz yıllık aralıkta aydınlanma, sanayi devrimi, Fransız Devrimi, kapitalizmin gelişimi5 ve modernizmin yayılması gibi insanlık için önemli pek çok başlık sıralanabilir. Bilim disiplinlerinin gelişimi kuşkusuz bunca önemli ideolojik, iktisadi ve politik olay ve olgulardan bağımsız ele alınamaz. Bu olay ve olguları kapitalizmin gelişim süreci bağlamında kısaca ele almaya çalışacağım.

Kapitalizmin gelişimi başlığında kısaca, geneli tarıma dayalı toprak egemenliği üzerine kurulan, nüfusun neredeyse tamamının kırsal alanlarda yaşadığı bir üretim ilişkileri biçiminden, sınai üretim üzerine kurulan, nüfusun kent merkezlerinde yoğunlaştığı bir üretim ilişkileri biçimine geçişten bahsediyoruz. Dolayısıyla gündelik yaşantıdan bireysel ilişki biçimlerine değin pek çok şeyin hızlıca değişmeye başladığı bir gelişim süreci olduğu için meseleyi bu temelde ele almak makul görünüyor. Tam da bu değişim sürecini, süreçteki dinamiğin zaman ve mekân bakımından merkez sayılabilecek noktada inceleyen Friedrich Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu isimli ufuk açıcı eserinde değişimin önemini şu şekilde özetliyor: “İngiltere’de proletaryanın tarihi, geçen yüzyılın ikinci yarısında6 buhar motorunun ve pamuklu işleme makinelerinin icadıyla başlar. Bu icatlar, çok iyi bilindiği gibi bir sanayi devrimine, tüm sivil toplumu değiştiren7bir devrime yol açtı; o devrimin tarihsel önemi ancak şimdi anlaşılmaya başlanıyor” (Engels, 2010, s.43).

Tüm sivil toplumun değişimi, bilim, sanat, felsefe ve nihayetinde gündelik yaşam gibi neredeyse her şeyin değişmesi demekti (Huberman, 2017). Bilimsel alanda, çok daha öncesinden başlamak üzere fizik, kimya, biyoloji gibi başlıklarda önemli atılımlar meydana gelmişti. Atılımların kurumsallaşmaya ve disiplin sınırları içinde yöntemsel “bütünlüğe” kavuşması gerektiğinden, değişimin doruğa ulaştığı 19. yy. bu bağlamda önemli bir birleşme noktasıydı.

Kendi hakimiyetini ilerletebilmek ve kapitalizmi yayabilmek adına üretimi ve dolayısıyla emek sömürüsünü arttırmak isteyen egemen sınıf olan burjuvazi, üretimi ve yayılımı arttıracak bilimsel, teknik ve teknolojik gelişmelerin önünü açmıştır. Bu kabul, tarihte yazılmış en önemli metinlerden biri olan Komünist Manifesto’da şu şekilde belirtilmiştir: “Burjuvazi, tarihsel olarak, son derece devrimci bir rol oynamıştır” (Marx & Engels, 2015, s.43). Ancak bu devrimci rol sonsuz ve sürekli değildir. İktidarı pekiştirme süreci, “devrimciliğin dozajı” ile ters orantılı olarak okunabilir. Kendi adıma bu sürecin insan doğası ve insanın bencilliği tartışmaları özelinde nasıl gerçekleştiğini daha önce ele aldığımı belirtmeliyim (Derdiyok, 2021).

Tortuların Bilançosu: Evrim Kuramı ve Psikoloji Disiplinine Ana Akım Müdahaleler

Sosyal bilim alanlarının gelişim ve kurumsallaşmasının doğa bilimlerinin gelişim ve kurumsallaşmasına göre yavaş olması kapitalizmin gelişimi ve yayılması sürecindeki ekonomik, politik gelişmelerle ilişkilendirilebilir. Bu ilişkilendirme, üretim ve emek süreçlerinden bağımsız olmayacaktır. Teorik gelişimin teknik ve teknolojik gelişime önayak olması, doğa bilimlerinin kurumsallaşma sürecinin neden daha erken gerçekleştiğini açıklayabilir. Önden gidenin açtığı yoldan yürümenin kolay olacağı şeklinde basit bir mantıksal çıkarım olarak düşünüldüğünde sosyal bilim alanlarına lokomotif olacak taraf da açığa çıkmaktadır. Ancak, bu çıkarım hem teorik bağlamda hem de şartlar, zaman ve pek çok faktör değişkeni ile değerlendirildiğinde pratik bağlamda eksik olduğunu belirtmek isterim.

Yine de bilim alanlarının kurumsallaşma sürecinde genellikle doğa bilimlerinin metodolojik bağlamı kullanılmış ve buradan hareketle indirgemecilik eleştirisi sıklıkla gündeme gelmiştir. “Sosyal fizik” kavramından “sosyal Darwinizm” kavramına giden süreç bu durumu açıklamaktadır. Doğayı ve doğal süreçleri (fizik, kimya ve biyoloji fenomenlerini) anlamak için kullanılan metodoloji ve kabuller, bireyi, toplumu ve kültürü anlamak için kullanılmaya çalışılmış; elde edilen bulgular statik bir biçimde insana “adapte edilmiş” ve buradan hareketle ırkçılığın “bilimsel” temellerine giden yolun taşları döşenmeye başlamıştır. Örneğin, sosyal Darwinizm kavramı ve bu kavram altında yapılmaya çalışılanlar genellikle ırkçılık temelinde eleştirilmiş, sosyal Darwinizm başlığını insanlığa ihanet olarak da değerlendirenler de olmuştur. Sosyal Darwinizmin, Darwin’in düşüncelerine ihanet anlamına geldiği de söylenmiştir: “Gerçekten de toplumsal alanda güçlü olana hayatiyet atfeden ve yanlış bir biçimde ‘Sosyal Darwinizm’ adı verilen görüş tamamen bilimsel temelden yoksun hale gelmektedir. Bu çaba, kavramın söylediğinin aksine Darwin’i doğrulamaktadır. Dolayısıyla böyle bir görüşü Darwin’in adıyla anmak ve bu görüşün temel etkilenim zemininde Darwin’in yazdıklarının bulunduğunu ima etmek hem Darwin’e büyük bir haksızlık hem de Darwin’i anlamadan ahkâm kesmek anlamına gelmektedir” (Aydın, 2008).

Psikoloji disiplininin kurumsallaşma sürecine bakıldığında, ana akım psikoloji tarih yazını, psikoloji biliminin doğuşu için Wilhelm Wundt’un 1879’da Leipzig’deki laboratuvarda yaptığı “deneysel” çalışmaları işaret etmektedir (Benson, 2020, s.25). Ana akım tarih yazını bilinçli bir tercihten ötürü 1879 yılını işaret etmektedir. Kapitalizmin gelişim, yayılım ve genişleme süreci ile aydınlanma, modernizm ve bu ikiliden hareketle pozitivizmin gelişimi ve yayılması tarihsel bir örtüşmeyi beraberinde getirmektedir. Çünkü gerek doğa bilimleri gerekse de sosyal bilimlerin kurumsallaşmasında pozitivizm önemli bir rol oynamıştır. Pozitivizm, kısaca, “olgu” olarak gördüğü birtakım şeyleri “gözlemleme” ve belirli yöntemsel bir bütünlükle anlamaya, açıklamaya çalışırken “mekanik bir biçim” alır. Burada “mekanik bir biçim” olarak tarif ettiğim şeyin kavramsal özüne inmek yazının bağlamı açısından sakıncalı olabilir. Lakin, daha tanıdık olan “kaba materyalizm” kavramı bu noktada kolaylaştırıcı olacaktır; dolayısıyla şimdilik buradan devam edebiliriz.

Sorunlu olanın yalnızca pozitivizmin kimi zaman “kaba materyalizm” şeklinde işlemesi değil, aksine, kimi zaman kaba materyalizmi kıskandıracak kadar materyalist perspektifin dışına çıkması olduğu söylenebilir. Pozitivizmin bu salınım sürecinin egemen sınıfın hareket alanıyla ilişkili olduğunu ve yine egemen sınıfın istediği ölçüde salınıma sahip olabileceğini bir iddia olarak eklemeliyim.

Psikolojik olanın ne olduğu, nasıl değerlendirilmesi gerektiği ve elde edilen “şey”lerin nasıl kullanılacağı ve aktarılacağı da elbette ki büyük bir tartışma konusu olmuştur. Hâkim olanın lehine olan bilgi ve bulguların kullanılması ve hatta bu bağlamda araştırmalara fon ve kaynak ayrılması gibi durumlar sıklıkla gündeme gelmiştir. Mevcut siyasal, toplumsal düzene ve ideolojik yapıya “ters düşecek” bilgi ve bulgular hem metodolojik hem de başkaca faktörler dolayısıyla “bilimsel” alanın dışına bırakılmıştır.

Tarihsel ve politik bağlamı görebilmenin değeri kadar o bağlamın disiplinler içinde nasıl işlediğini görebilmek de önemli. Şimdi, “nasıl” kısmına kısa bir giriş yapabiliriz.

Evrim, Evrim Kuramı ve Psikoloji: Ayrımı Dünden Bugüne Düşünmek

Evrim sözcüğünü kullandığımızda ne anladığımız ve sözcüğü kullanırken muhtevasına dair neyi işaret ettiğimizin önemini kavramak, hareket edebilmek açısından önemli. Örneğin, zaman içinde, sürekli olarak (kesintisiz) devam eden bir değişim ve dönüşüm sürecinden bahsediyor olabiliriz. Pek çok sözlükte de “evrim” araması yapıldığında, ilk anlam kimi ayrımlar8 olmak üzere benzer şekillerdedir. Bu genel tarif bir çerçeve çizmek açısından elbette önemli. Ancak, “evrim kuramı”, “kimyasal evrim”, “biyolojik evrim” ya da “kültürel evrim” gibi başlıklar söz konusu olduğunda genel tarifi detaylandırmaya ihtiyaç duyduğumuzu söyleyebiliriz.

Bahsi evrim kuramından yana açacaksak, maddeden canlıya (kimyasal evrim) ve oradan canlıların değişimi, dönüşümü, çeşitliliği (biyolojik evrim), bu değişimin, dönüşümün ve çeşitliğin kimi mekanizmalar çerçevesinde nasıl gerçekleştiğine yönelik açıklamalardan, aynı zamanda açıklamaların tarihsel süreçteki değişiminden ve dönüşümünden bahsetmemiz gerekmektedir.

Tematik olarak evrim, bilim tarihinde büyük tartışmaların ve karşıtlıkların yoğunlaştığı bir başlık. Evrim fenomenine dair düşünsel geçmişi Antik Yunan felsefesinde Anaksimandros’un canlılığın sudan karaya geçişine dair söylemlerinde bulsak da (Rovelli, 2020, s.53) evrim fenomeninin biyolojik boyutuna ve mekanizmalarına dair teorik bütünlük için yukarıda işaret ettiğimiz üzere 19. yy.ın ikinci yarısını beklememiz gerekmektedir. Charles Darwin’in 1859’da yayımladığı On the Origin of Spicies9isimli eseri bu anlamda bir devrim niteliği taşımaktadır (Özbek, 2019).

Evrim başlığı söz konusu olduğunda, belki de güncel tartışmaların da etkisiyle, biyolojik evrim ve onun mekanizmalarına dair teorik açıklamaların akla ilk gelenler olduğu söylenebilir. Yine de maddenin evrimi ve kültürel evrim gibi iki başkaca başlık olduğunu da belirtmek gerekir (Özbek, 2019). Maddenin evrimi ve biyolojik evrime dair çalışmaların da tıpkı doğa bilimleri ve sosyal bilimler ilişkisinde olduğu gibi kültürel evrim başlığındaki çalışmalardan daha önce başladığını eklemeliyim. Sosyal/kültürel antropolojinin tarihine bakıldığında durum açıkça ortaya çıkmaktadır (Lavenda & Schultz, 2018).

Alaeddin Şenel, tam da bu noktayla ilgili olarak kültürel evrim ve biyolojik evrimin inanmak, düşünmek ve ırkçılık ile ilgili bağlantısını ele aldığı yazısında insanın kültürel evrimsel sürecinin zaten biyolojik evrimsel süreç ile tamamen bir zıtlık içermesinin deyim yerindeyse eşyanın tabiatına aykırı olduğunu, bunu belirlemek için başkaca yeni alanlara ihtiyaç olmadığını belirtmiştir ve yine Ernst Cassirer’den alıntıyla insanın kültürel evrim konusundaki “diğer” canlılık ile niteliksel farkına vurgu yapmıştır (Şenel, 2015).

Psikoloji ve evrim ikilisi arasındaki ilişkiyi tarihsel olarak pozitivist ve günümüzde başkaca biçimleriyle ana akım psikoloji ve yalnızca biyolojik evrimin belki de çarpık versiyonlarıyla sınırlayarak, bir şekilde harmanlamaya çalışmak yeni bir şey değil. Ancak, yeni bir ismi var: Evrimsel psikoloji. Kuşkusuz, bu tanım evrimsel psikoloji alanının ve bu alanla çalışan kimselerin tamamı için yeterli değil; yine de kapsayıcı. Evrim fenomeni ile “psikolojik olan” arasındaki ilişkinin tarihi, evrimsel psikoloji olarak adlandırılan alanın tarihinden çok daha eskidir ve aynı zamanda çok daha başka ve kapsamlıdır. Zira psikoloji biliminin doğuşunda temel olarak iki başlık vardır: Felsefe ve biyoloji (Reuchlin, 1975). Bu iki başlığa dair ne düşündüğümüz ne anladığımız ve belki de nasıl baktığımız ise hareket nokta(ları)mızı belirleyebilmek açısından oldukça kıymetli.

Burada, evrim fenomeni ile psikolojinin bir disiplin olarak ilişkininin “evrimsel psikoloji” alanına indirgenemeyeceğini, bu ilişkinin evrimsel psikolojiden pek çok açıdan başkalaştığını ve bu indirgeme tahakkümüne karşı durmanın dahi bir hareket noktası oluşturabileceğini tekrar etmek isterim. Başka bir deyişle, evrim kuramına10 dair bulguların psikoloji yahut başka bir alanda kullanılıyor olması yani bilimsel alanlar arası ilişkilerin şu ya da bu şekilde sürüyor olması herhangi bir bilim alanının bütünsel bulgularının başka bir bilim alanına indirgenmeye çalışılıyor olması durumundan oldukça farklı olduğunu; bu indirgemeden doğan farklılığın, insanı -psikolojisi, davranışları, toplumsallığı ve biyolojisiyle insanı- evrim teorisinden kopuk ve soyut bir biçimde ele aldığını ve eleştirel olmak bir yana, ana akım paradigmanın deyim yerindeyse ekmeğine yağ sürdüğünü de eklemeliyim. Dolayısıyla bu duruma karşı bir hareket noktası (ya da alanı) olarak karşı konumlanış da bir hareket noktası (ya da alanı) olabilir.

Bu bağlamda çalışan Cem Eroğul, modernizm ve aydınlanma ekseninde oluşan Batılı bireye bakarken hareket noktalarının ne denli önemli olduğunu, bu hareket noktalarından nasıl başkaca sonuçlara ulaşılabildiğini ve bu durumun yalnızca psikoloji disiplini değil, konuyla ilgili kapsamlı ve disiplinler arası bir bakışla nasıl görülebileceğini “biyo-psiko-sosyal insan” söyleminden hareketle incelemiş; insanı ve onun davranışlarını biyolojikleştirme girişiminin diyalektik bakışla nasıl yanlışlanabileceğini ve aynı zamanda bu girişimin nasıl olumsuz çıkarımlara yol açabileceğini göstermiştir.  (Eroğul, 2014, s.6).

Tortular ve Bilanço: Gelecek için Hareket Alanını Genişletmek

Hareket, zamansal ve değişimseldir. Noktaları ya da noktalar kümesini belirlemek bir başlangıcı oluştursa da zamanı dondurmak hareket noktasını anlamsızlaştıracaktır. Dolayısıyla, bilim disiplinlerine ve disiplinlerin ilişkiselliğine bakarken tarihsel ve politik olanı göz ardı etmemek gerekir. Çünkü zamanın tortuları oradadır. Tortuları ve onların bugüne olan bilançosunu anlayabilmek için de nasıl bir gelecek tahayyülüne sahip olduğumuz önemlidir. Hareketi “anlamlı” bir forma büründürmenin yolu buradan geçebilir.

Tartışmak, düşünmek ve hareket edebilmenin getirdiği zorlu süreçleri göğüslemek için ihtiyacımız olan şey gelecek tahayyülümüzün sınırsızlığını geçmişin tortularından arındırmak ve bilançoya takılı kalmamaktır.

Dipnotlar

1) Burada “yeni olanaklara kapılar açmak için hareket etme, ‘başlangıç’ ve ‘dönüş’ konumları belirleme” şeklinde tarif etmek istediğim durumları yöntemsel bir yaklaşımdan ziyade, metaforik bir şekilde düşünmeye çalıştığımı belirtmeliyim.

2) “Uzmanlaşma” sözcüğünü tarih öncesi dönemde genellikle “uzmanların ortaya çıkışı” şeklinde incelenen, zanaat diyebileceğimiz spesifik alanlarda ilerleme durumuyla ironik bakımdan bir çeşit ilişki kurabileceğimizi düşündüğüm için kullanmayı özellikle tercih ediyorum. Dileyen okur konuya dair Faulkner’in (2014, s.34) ve Şenel’in (2006, s.271) kitaplarının ilgili bölümüne göz atabilir.

3) Burayı kısaca, eleştiriden hareketle niteliksel dönüşümlere ulaşabilmek olarak açabilirim. Yine de yazının kalan kısmının daha açıklayıcı bir rol üstlenebileceğini umuyorum.

4) Çoğu zaman birkaç söylem birlikte dile getiriliyor.

5) Kapitalizme dair vurgunun gelişim odaklı olduğunu belirtmek isterim. Kapitalizmin doğuşu çok daha eski tarihsel aralıklarda incelenmelidir. Konuya dair bir örnek için bkz. (Wood, 2021).

6) 18. yy.

7) Vurgu bana ait.

8) Tanımlamayı oluştururken kimi sözcüklerin eklenmesi ya da çıkarılmasıyla yapılan bu ayrımlar basit ve yüzeysel görünse de kavramın içeriğine dair farklı noktalara işaret etmesi açısından dikkate değerdir (bkz. Evrim araması yapıldığında Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlük ve Dil Derneği Türkçe Sözlük arasındaki doğal olarak vurgusunun farklılığı).

9) Türlerin Kökeni Üzerine

10) Çağdaş evrim kuramından bahsediyorum.

Kaynaklar ve İleri Okuma

Aydın, S. (2008). Sorunlu Bir Kavram: Sosyal Darwinizm. Bilim ve Gelecek Dergisi. https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2008/01/01/sorunlu-bir-kavram-sosyal-darwinizm/

Başkaya, F. (2019). Paradigmanın İflası: Resmî İdeolojinin Eleştirisine Giriş (2. bs). Yordam Kitap.

Benson, N. C. (2020). Psikoloji (E. Okuyucu, Çev.). Say Yayınları.

Derdiyok, C. (2021). İnsan Doğası Bencil Midir? Psikoloji ve Toplum Bülteni, 12, 30-32.

Eroğul, C. (2014). Birey Nedir? Öz Türkçe Bir Marksist Yaklaşım Denemesi (1. bs). Yordam Kitap.

Faulkner, N. (2014). Marksist Dünya Tarihi: Neandertallerden Neoliberallere (T. Öncel, Çev.; 2. bs). Yordam Kitap.

Gökberk, M. (2020). Felsefe Tarihi (33. bs). Remzi Kitabevi.

Gulbenkian Komisyonu. (2018). Sosyal Bilimleri Açın: Sosyal Bilimlerin Yeniden Yapılanması Üzerine Rapor (Ş. Tekeli, Çev.). Metis Kitap.

Harman, C. (2019). Halkların Dünya Tarihi: Taş Devri’nden Yeni Binyıla (U. Kocabaşoğlu, Çev.; 7. bs). Yordam Kitap.

Huberman, L. (2017). Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla (M. Belge, Çev.; 18. bs). İletişim Yayınları.

Lavenda, R., & Schultz, E. (2018). Kültürel Antropoloji (D. İşler & O. Hayırlı, Çev.). DoğuBatı Yayınları.

Lewin, R. (2017). Modern İnsanın Kökeni (N. Soysal, Çev.; 2. bs). Say Yayınları.

Marx, K., & Engels, F. (2015). Komünist Manifesto (N. Satlıgan & T. Ağaoğlu, Çev.; 3. bs). Yordam Kitap.

Morin, E. (2019). Yitik Paradigma: İnsan Doğası (D. Çetinkasap, Çev.; 4. bs). Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Özakpınar, Y. (2011). Psikoloji Tarihi. Ötüken Yayınları.

Özbek, M. (2019). 50 Soruda İnsanın Tarihöncesi Evrimi (5. bs). Bilim ve Gelecek Kitaplığı.

Reuchlin, M. (1975). Psikoloji Tarihi (T. Gökçöl, Çev.). Gelişim Yayınları.

Rovelli, C. (2020). Miletli Anaksimandros ya da Bilimsel Düşüncenin Doğuşu (A. Altınörs, Çev.; 3. bs). Bilge Kültür Sanat.

Schultz, D. P., & Schultz, S. E. (1996). A History of Modern Psychology (6. bs). Harcourt Brace College Publishers

Şenel, A. (2006). Kemirgenlerden Sömürgenlere: İnsanlık Tarihi (1. bs). İmge Kitabevi Yayınları.

Şenel, A. (2015). Biyolojik Evrimden Kültürel Evrime… İnanmaktan Düşünmeye… Yaratıcı Özgür İnsan Anlayışından Kul İnsan Anlayışına Gerisin Geriye! Bilim ve Gelecek Dergisi, 134. https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2015/04/01/biyolojik-evrimden-kulturel-evrime-inanmaktan-dusunmeye-yaratici-ozgur-insan-anlayisindan-kul-insan-anlayisina-gerisin-geriye/

Vigotski, L. (2021). Psikolojideki Krizin Tarihsel Anlamı (Ş. Alpagut, Çev.). Yordam Kitap.

Wood, E. M. (2021). Kapitalizmin Kökeni: Geniş Bir Bakış (A. C. Aşkın, Çev.). Yordam Kitap.

Yıldırım, C. (2016). Bilim Tarihi (20. bs). Remzi Kitabevi.

Yıldız, T. (2018). Sosyal Bilimlerin Krizi: Psikoloji Örneği. Bilim ve Gelecek Dergisi, 174, 2-9.