Ekonomi ve Ruh Sağlığı: Toplumun Duygu ve Davranışları Arasındaki Bağlantıları Anlamak | Ali Eren Demir

0
1339

 “Ekonomi ve ruh sağlığı arasında bir ilişki olduğu” ifadesi artık klasikleşmiş bir sosyolojik söylem haline gelmiştir. Emile Durkheim, intihar üzerine yaptığı çalışmalarda ekonomik bunalımların bireylerin psikolojisi üzerinde etkili olduğunu ve bu nedenle insanların intihara yönelebileceğini belirtmiştir. Durkheim’ın bu önemli çalışması, ruh sağlığı ve toplumsal yapı arasındaki ilişkiyi anlamamız açısından değerlidir. Çünkü o dönemde, her şeyin bilimsel olarak açıklanması gerektiği düşünülürken,  sosyal bir olgunun “bireysel nedenlerini” açıklamak pozitif bilim yöntemlerinin sınırlarını biraz zorluyordu. 19. yüzyılın bilim anlayışı, pozitif bilimlerin yükseldiği, sosyal bilimlerin doğa bilimlerin yöntemlerini kullandığı ve her şeyin deneysel olarak anlaşılması gerektiği temelinde kurulmuştur. Dolayısıyla, bir sorun olduğunda, bilimsel yöntemlerle anlaşılması durumunda çözülebileceği düşünülmüştür. Durkheim, ekonomik bunalım gibi sosyal olguların ruh sağlığı üzerindeki etkilerini inceleyerek, insanların intihar eğilimlerini anlamaya çalışmış ve bu tür çalışmalar ekonomi ve ruh sağlığı arasındaki karmaşık ilişkiyi daha iyi anlamamıza yardımcı olmuştur. Günümüzde de ekonomi ve ruh sağlığı arasındaki bu ilişki hala sosyal bilimler alanında önemli bir araştırma ve tartışma konusu olmaya devam etmektedir.

Virüslerin ve bakterilerin keşfi, mikroskop altında görülen bu mikroskobik canlıların hastalıklara sebep olduğunun anlaşılması toplumsal bir devrim niteliği taşıyordu. Bu canlılarla baş edebilirsek, yıllardır toplumu tehdit eden hastalıkları çözebileceğimiz düşüncesi, bilim insanları tarafından mantık ve bilim çerçevesindeki çözümleri dinsel yaklaşımlara karşı büyük bir ilerleme olarak sunuldu. Hastalık etiyolojilerini virüs ve bakterilerle açıklamak, önemli bir atılım olarak kabul ediliyordu. Tabi ki “şeytan girdi” gibi hastalık etiyolojilerini virüs ve bakteriler ile açıklamak çok önemli bir atılımdı. Ancak sosyal bilimler, bu bilimsel açıklamaları toplumun her alanına yayma çabasıyla farklı bir boyut kazandı. Her toplumsal sorunun temelinde bilimsel olarak açıklanabilir bir “bakteri” olduğu düşüncesi, aslında şu anda sosyoloji içinde pek itibar görmeyen pozitivizm, işlevselcilik veya yapısal işlevselcilik gibi teorik zeminlere dayanmaktadır. Ekonomi kötü gittiğinde, sorunu çözmek için bilimsel bir müdahale yapılması gerektiği düşüncesi, sorunun kaynağının yine bilimsel olarak açıklanması gerektiği fikrine dayanır. Ancak bazen bu bilimsel çözümler, toplumsal yapıda karşılık bulmayabilir. Ekonomi biliminin yalnızca formüllerle çözemeyeceği yoksulluk sorunu, bireylerin psikolojisinde geri dönüşü olmayan sorunlar yaratabilir. Psikiyatri bu noktada, sorunun kaynağını bilimsel olarak beyinde veya vücut hücrelerinde aramaktadır. Ancak ruh sağlığını bozan “virüs” her zaman hücrelerin içinde bulunmak zorunda değildir. Yoksulluk, ekonomik bunalımlar, eşitsizlikler ve geçim sıkıntısı, ruh sağlığını etkileyen risk faktörleri olarak ortaya çıkmaktadır. Bu durumda, sosyal bilimlerin görevi, toplumun karşı karşıya olduğu sorunları sadece bilimsel açıklamalarla ele almak yerine daha geniş bir perspektifle ele almak olmalıdır. Sosyal yapı, kültürel faktörler, toplumsal eşitsizlikler ve diğer sosyal dinamikler, ruh sağlığı üzerinde derin etkilere sahip olabilir. Dolayısıyla, sorunları çözmek için yalnızca bilimsel çözümler aramak yerine, toplumun sosyal ve ekonomik yapılarını da göz önünde bulundurmak önemlidir. Bu yaklaşım, daha kapsamlı ve sürdürülebilir çözümlerin geliştirilmesine katkıda bulunabilir.

Bu bağlamda sosyal psikoloji, sosyal psikiyatri ve ruh sağlığı sosyolojisi gibi alanlar ön plana çıkar. Bu teorik zeminler, sorunun etiyolojisini sadece hücrelerde veya yalnızca “bilimsel dünyada” aramamamız gerektiği konusunda çeşitli perspektifler sunar ve “hırsızın hiç mi günahı yok” sorgusuna dönüşür. Modern toplumda, ekonomik koşullar bireylerin yaşam kalitesi üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Ancak ekonomik koşullar sadece maddi refahı etkilemekle kalmaz, aynı zamanda bireylerin ruh sağlığını da önemli ölçüde etkileyebilir. Birçok makale, ekonomik koşulların ruh sağlığı üzerindeki etkilerini derinlemesine incelemiştir. Örneğin, gelirin eşitsiz bir şekilde dağıtılması önemli bir ruhsal stres kaynağı olabilir. Gelir eşitsizliği, modern toplumlarda yaygın bir sorundur ve bireylerin ruh sağlığını olumsuz yönde etkileyebilir. Bu durum, sosyal sınıflar arasındaki uçurumu derinleştirerek ruhsal stresi artırabilir. Yüksek gelire ve servete sahip olanlar ile düşük gelire sahip olanlar arasındaki farklılıklar, bireyler arasında algılanan adaletsizlik duygusunu tetikleyebilir. Bu durum, düşük gelirli bireylerde kaygı, stres ve özsaygı eksikliği gibi ruhsal sorunlara yol açabilir. Bu nedenle, sosyal bilimlerin, ekonomik sorunların yalnızca bilimsel çözümlerle ele alınmasından daha fazlasını yapması gerekmektedir. Ekonomik koşulların sosyal ve psikolojik etkilerini anlamak, daha kapsamlı ve etkili çözümler sunmayı sağlayabilir. Bu, eşitsizliklerin azaltılması, sosyal destek sistemlerinin güçlendirilmesi ve insanların yaşam kalitesini artıracak politikaların geliştirilmesi gibi çeşitli önlemleri içerebilir. Böylece toplumun genel ruh sağlığı ve refahı daha iyi bir şekilde desteklenebilir.

İşsizlik, modern toplumlarda ruh sağlığı üzerinde önemli bir risk faktörü olmaya devam etmektedir. İşsiz kalmak, bireylerin kendine güvenini sarsabilir, sosyal izolasyona neden olabilir ve depresyon gibi ruhsal sorunlara yol açabilir. İşsizlik sonrasında, bireylerin temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için sıkça borçlanması gerekebilir. Modern toplumda, tüketim alışkanlıkları ve maddi beklentiler nedeniyle bireyler borçlanmaya meyillidir. Ancak aşırı borçlanma, finansal sorunlar ve geri ödeme zorlukları bireylerde ciddi kaygı ve stres oluşturabilir. Finansal belirsizlik, geleceğe dair endişeleri artırabilir ve psikolojik rahatsızlıkların ortaya çıkmasına neden olabilir. İnsanların güvende hissetmeleri ve maddi refahlarını sürdürebilmeleri için uygun finansal planlama becerilerine ve destek mekanizmalarına ihtiyaçları vardır. Sokak röportajlarında gözlemlediğimiz ve insanların “herkes sokakta alışveriş yapıyor” şeklinde ifade ettiği durum, işsizlik, sosyal izolasyon veya gelir eşitsizliği gibi durumlar karşısında insanların hala harcama yapabilme isteği ve ihtiyacını yansıtabilir. Ancak bu durumda, şişen kredi kartları ve eksi hesaplar gibi finansal sorunlar da kaygı risk faktörünü artırır. Örneğin, bir memur yıllarca çalışıp bir ev veya araba alamaması, sadece kendi sorunu olmaktan çıkıp çevresinin sorunu haline gelebilir. Birey, çevresinin (!) bu sorunu çözmek istemesiyle büyük kredi borçları altına girerek araba veya ev almaya çalışabilir. Ancak bu durum, bireyin daha fazla finansal sorunla karşı karşıya kalmasına ve kaygı düzeyinin artmasına neden olabilir. Bu gibi durumlarda, sosyal bilimler ve toplumun diğer kesimleri, bireylerin finansal stresle baş etme becerilerini geliştirmeye ve finansal destek sağlamaya odaklanmalıdır. Eğitim ve danışmanlık programları, mali yönetim becerilerini artırmak ve sağlıklı tüketim alışkanlıklarını teşvik etmek için önemli bir rol oynayabilir. Aynı zamanda, ekonomik eşitsizlikleri azaltmaya yönelik politikalar ve sosyal destek sistemleri, işsizlik ve finansal zorlukların etkilerini hafifletmeye yardımcı olabilir.

Modern toplumda maddi hedeflere odaklanmanın ruh sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri göz ardı edilmemelidir. Sürekli tüketim kültürü ve maddi tatmin arayışı, insanları doyumsuzluk ve rekabete sürükleyebilir. Bireyler, daha fazlasını istemeye başlar ve başkalarıyla karşılaştırarak kendilerini değerlendirirler. Bu durum, sürekli bir tatminsizlik duygusu yaratır ve bireylerin mutluluklarını maddi değerlere bağlamalarına neden olur. Sonuç olarak, modern toplumda maddi hedeflere odaklanma ve sürekli tüketim kültürü, bireylerin ruh sağlığı üzerinde olumsuz etkilere neden olabilir. Bireylerin içsel mutluluğu ve kişisel gelişimi hedeflemesi, maddi değerlere bağımlılıktan kurtulması ve ruhsal ihtiyaçlarını karşılaması önemlidir. Bu noktada, sosyal psikoloji ve ruh sağlığı sosyolojisi gibi alanlar, bireylerin ruh sağlığını desteklemek için stratejiler geliştirme ve toplumsal düzeyde değişim sağlama konusunda önemli bir rol oynamaktadır.

Tüketimin metalaşması ve sürekli tüketim baskıları, modern toplumun bir sonucu olarak bireylerin ruh sağlığını olumsuz etkileyen önemli faktörlerden biridir. Toplumda sürekli olarak daha fazlasını isteme ve maddi hedeflere odaklanma kültürü, bireylerde doyumsuzluk duygusu yaratabilir ve tatminsizlik hissini artırabilir. Bu durum, insanların kendilerini değerli ve başarılı hissetmek için maddi kazanımlara ihtiyaç duymalarına yol açar. Kendi değerlerini ve mutluluklarını maddi varlıklarla ölçmeye başlarlar. Ancak sürekli tüketim hedefine odaklanmak, aslında bir tuzaktır. Çünkü elde edilen maddi tatminlerin geçici olduğu, sürekli daha fazlasını istemeye ve rekabete ittiği bir döngü oluşur. Bu da ruh sağlığına zarar veren bir durum haline gelir. Ekonomik koşullar da bireylerin ruh sağlığı üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Gelir eşitsizliği, işsizlik ve borçlanma gibi faktörler, bireylerde ruhsal stresi artırır. Bu anlamda, tüketim baskıları nedeniyle maddi hedeflere ulaşamama veya sürekli rekabet içinde olma durumu da ruh sağlığını olumsuz etkiler.

Ruh sağlığının toplumsal bir süreç olduğu ve ekonomik faktörlerin ruh sağlığı üzerinde önemli etkileri olduğu konusunda hemfikiriz. Ekonomik adaletin sağlanması, gelir eşitsizliğinin azaltılması, işsizlikle mücadele edilmesi ve maddi destek mekanizmalarının güçlendirilmesi, bireylerin ruh sağlığını korumak için önemlidir. Ancak, ekonomi ve ruh sağlığı arasındaki ilişkinin anlaşılması ve çözümlenmesi karmaşık bir süreçtir. Ekonomi sadece sayılar ve formüllerden oluşan bir bilim değildir, aynı zamanda insanların davranışları, duygusal tepkileri ve sosyal ilişkileriyle de ilgilidir. Bu nedenle, ekonomik faktörlerin ruh sağlığı üzerindeki etkilerini tam anlamıyla çözmek ve çözümlemek için çok disiplinli bir yaklaşım gereklidir. Sosyoloji, psikiyatri ve ekonomi gibi disiplinlerin bir araya gelerek ortak çalışmalar yapması, bu karmaşık ilişkileri anlamak için önemlidir. Ancak, bu alanda daha fazla araştırma ve analiz yapılması gerekmektedir. Ruh sağlığı sorunlarıyla başa çıkmak için sadece psikiyatrik tedaviler yetersiz kalabilir. Toplumsal düzeyde yapısal değişikliklerin yapılması ve sosyal destek mekanizmalarının güçlendirilmesi de önemlidir. Sonuç olarak, ruh sağlığı ve ekonomi arasındaki ilişkinin anlaşılması ve bu alanda çözümler üretmek için daha fazla çalışma yapılması gerekmektedir. Karmaşık sosyal süreçlerin içsel ilişkilerini anlamak ve toplumsal düzeyde iyileştirmeler yapmak için çok disiplinli bir yaklaşım benimsenmelidir.