Söylemek Yapmak mıdır? | Halil Ecer

Dil Nasıl Yaralar?

Dilin yaralaması, dilin şiddeti ve dilin incitici yanlarının ortaya çıkarılması üzerine uzun tartışmaların başlangıç noktası kuşkusuz Austin ve Butler’ın doyurucu tartışmaları ile mümkün olabilmiştir. Austin, “Söylemek ve Yapmak” [i] adlı eserinde “söylemenin aynı zamanda yapmak” olduğu ile alakalı geliştirdiği tartışmayı kavram kargaşasından kurtarmak ve Butler’in[ii] “dilin yaralama” pratiğini yeniden ele almak gerekmektedir. Bu yeniden ele alış biçimi gelişen iletişim teknolojilerinin yanında sözün ve insanın artan hareket kapasitesi ile sözün hiç olmadığı kadar yeniden önem kazanmasından ileri gelmektedir. Dilin ve sözün soyut bütünlüğünün eylem somutluğundaki hallerini ele almak yaşadığımız habitusu yeniden tanımlamamıza yardımcı olacaktır. Bu yanı ile dil nasıl yaralar sorusu üzerinden tartışma başlatmış olacağız. Dil’in yaralamasındaki kasıt kuşkusuz sözün özgül ağırlığı ve ortaya çıkan şiddetin boyutu ile alakalı bir durumdur. Bu bağlamda Austin ve Butler’in kavram setlerine dayanarak yeni dünya düzleminde bir tartışma kaygısı güdülmektedir.

            Performatif, sözün performansı sonucu ortaya koyduğu eylemdir gibi bir karmaşıklık tanımlamanın yanında aynı zamanda sözün temsil ettiği eylemdir gibi bir yaklaşım geliştirilebilir. Dilin yaşamsal düzlemdeki konumu üzerine neredeyse bütün sosyal bilimler disiplinlerinde bir eğilme, tematik anlamda değerlendirme girişimleri olmuştur. İletişim bilimleri, felsefe, sosyoloji, psikoloji ve edebiyatta bu ele alış biçimleri nispeten yoğunluk göstermektir. Dil Nasıl Yaralar? Sorusu felsefeyi, sosyolojiyi ve psikolojiyi aynı anda içeren ve aynı zamanda kendi düzleminde kendi kendini de üreten bir sorudur. Toplumsal eyleyişte bireylerin yaşamsal moral ve motivasyonların büyük çoğunluğu dil etrafında şekillenir. Romantik bir söylem, ayrımcı bir söylem, nefret söylemi gibi duyu dünyasını harekete geçiren ve aynı zamanda duygu dönüşümünün tetikleyicisi olan söylemlerin büyük çoğunluğu eylem olarak da kendini var eder. Dil nasıl yaralar sorusuna ek olarak dil nasıl mutlu eder dil nasıl harekete geçirir gibi yeni açılımlar da denenebilir.

            Dilin eylemsel boyutunda dilin temsil gücünü ele almak mevzunun daha iyi anlaşılmasında katkı yapacaktır. Söz gelimi romantik bir çiftin birbiri ile konuşma esnasında sarf ettikleri sözlerin bir etki yaratması sözün kendinden menkul değerinden ziyade söylenen sözlerin bulunduğu koşullar itibariyle Austin’in deyimi ile “başarılı” bir süreçle mümkün olabilmektedir. Bu düzlemde performatif sözün doğruluk ve yanlışlığından ziyade başarı veya başarısızlığı ile değerlendirilmesi ön plana çıkmaktadır. Sözün etki gücünde ortaya çıkan eylemsel durum, sözün temsil yeteneğinin artışı veya azalışı paralelinde etki gücüne sahiptir. Sözdeki temsil nasıl gerçekleşir sorusuna cevap arandığında kuşkusuz söyleyenin konumu, duyanın konumu, mevcut konumun konumu gibi birbiri ile ilişkili birden fazla dinamiğin birlikteliği ile mümkündür. Bir devlet başkanının “savaş açıyorum” söylemi aynı zamanda eylemdir ve bu eylemi yerine getiren askerler sözden hareketle hareket etmektedirler. Butler’in örneğinde olduğu gibi “sizi karı koca ilan ediyorum” sözü temsil ettiği kurumsal arka planla ilişkili olarak kilisede veya belediyede olsun aynı eylem ve temsile denk düşmektedir. Sözün temsil kapasitesi artıkça toplumsal sonuçları da artmaktadır. Bir savaş ilanından bir beyana kadar yaşamın tüm alanlarında “söylem eylem” olarak karşımıza çıkmaktadır.

            Önce söz vardı! Diye başlayan incilin sözün eylem boyutu ile olan ilişkisini yeniden göz önünde bulundurmak ritüellerin ve duaların eylemsel boyutları ile yakından ilişkili bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Dilin eylem boyutunda genellikle “olumsuz” olarak ele alınmaktadır. Şiddet, ayrım, emir vs fakat öte yandan yaşamsal formun bir diğer gerekliliği olan “güzel” de aynı kapsamın bir ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. Sözün kendinden menkul eylem gücünün oluşması için mevcut durum ve öznelerin birbiri ile olan münassebetlerin de gözden kaçırılmaması gerektiğini yeniden vurgulamak lazım gelir. Sözün temsil yeteneğinin nasıl ortaya çıktığına dair bir düşünüm gerçekleştiğinde ise karşımıza sözü söyleyenin konumu ve karşı tarafın bu sözü almaya yetkili olduğu ön plana çıkmaktadır. Konum ve yetki en dar anlamından geniş anlamına kadar ele alınabilir. Yani hâkimin bir davada ki kararda mahkûmun rolü, avukatın rolü ve savcının rolü her biri farklı etki düzeyinde sürece katılmaktadır. Bu noktada dil nasıl yaralar sorusuna geri dönelim.

            Dilin yaralama eylemi toplumsal inşa ile mümkün olabilmektedir. Özellikle kültürel normların dışında gerçekleşen herhangi bir duruma karşı geliştirilen söylemlerin toplumsal temsil kapasitesi yüksek olduğu için sadece yaralamaz aynı zamanda fiziki ve hukuksal şiddete alan açabilmektedir. Söz gelimi “sen göçmensin bizden değilsin” söylemi sadece bir söylem değildir aynı zamanda bir eylemdir, kişinin dışlanması ile birlikte başlayan güvensizlik hali hukuksal bir norma kadar farklı alanlar düzleminde gerçekleşmektedir. Bu söylemin gerçekleşmesi ilk olarak “biz” ve “öteki” çerçevesinde ortaya çıkmakta, yaftalamakta ve dışlama ile sonuçlanmaktadır. Dilin yaralaması bu yanıyla ardında toplumsal bellek taşımaktadır. Öte yandan bireysel ilişkilerde “ayrılıyorum” söylemi de barındırdığı eylem itibariyle toplumsal hafızada yer alan toplumsal ilişkileri sonlandırma komutu olarak işlev görmektedir. Küfürler, hakaretler, lakaplar, şiirler, akitler gibi söylendiğinde aynı andan birden fazla özneyi sürece dahil eden söylemlerin bagajlarında taşıdıkları toplumsal normlar ile eylem şiddetlerini ortaya koymaktadırlar.

            Söylemek yapmaktır yaklaşımının ortaya çıkmasına neden olan ve söylemin barındırdığı şiddetin daha da şiddetlenmesini sağlayan söylemin temsil kabiliyetidir. Bu temsil kabiliyetleri farklı düzeylerde ve farklı kurumlarda yeniden üretilmektedir. İşin garip tarafı söylem bu temsil yeteneğini kaybedebiliyor ve bazı durumlarda daha şiddetlenebiliyor. Söylemin temsil gücü muhatabın mevcut durumu ile sıkı bir ilişki içerisindedir. Bir yöneticinin ürettiği söylem altındakiler için farklı üsttekiler için (hiyerarşik olarak) etki gücünü barındırmaktadır. Bu yanıyla dilin yaralama gücü de tıpkı hiyerarşik düzlem içerisinde bulunduğu konumla alakalıdır. Yani Foucault’cu yaklaşımla söylemin iktidar ilişkilerindeki yapılanması onun şiddetini artırmakta ve daha büyük etkilere sebep olabilmektedir. Dilin yaralaması, diğer tüm yaralamaların aksine yaraladığı ile herhangi bir ilişkiye girmesine gerek yoktur. Örneğin Türkiye’deki basında yer alan bir nefret söylemi haberinin çok farklı coğrafyada ücra bir kesimde birilerini yaralaması ve buna karşı Türkiye’nin düşman olarak görülmesine sebep olabilmektedir. O halde söylemin geliştirildiği düzlemleri tekrardan ele almak günümüz dünyasında toplum mühendisliğine soyulmadan sosyolojik bir çerçeve düzleminde yeniden ve yeniden tartışılması gerekmektedir.

            Dilin performatif oluşu salt olumsuz boyutta ele alınması çoğu kez bu felsefenin anlaşılmasının önüne geçebilmektedir. Bunun önüne geçmek adına performatif temsillerin yaygınlığının farkına varmak ve bu farkındalıkla toplumsal eyleyişleri almak her zaman daha geniş alanlar sunabilmektedir. Sonuç olarak dilin yaralama gücü onun performatif karakterinden ileri gelmektedir. Dilin söylemi sadece bir söz değil çoğu zaman “yapmak” olarak da ortaya çıktığı için eylemsellik barınmaktadır. Toplumsal düzlemde gündelik yaşam pratiklerimiz bu performativeler etrafında gerçekleşme dilin yaralaması bu kapsamdayken dilin iyileştirici gücü de aynı düzlemin parçasıdır. Bu yanıyla ilişkilerdeki “ayrılıyorum” yararlar, bu yüzdendir “özlüyorum” duygu yükünü beraberinde taşımaktadır. “savaş ilan ediyorum”, “OHAL ilan ediyorum” gibi söylemler ise bireysellikten çıkıp toplumsal ve siyasal temsil gücünü kendinde bulan ve çoğu kez eylem boyutu söylem boyutunun önüne geçen performatif söylemlerdir.


[i] Austin, John L. Söylemek ve Yapmak: Harvard Üniversitesi 1955 William James Dersleri çev. R. Levent Aysever (İstanbul: Metis Yayınları, 2009).

[ii]Butler, Judith. Bela Bedenler çev. Cüneyt Çakırlar ve Zeynep Talay (İstanbul: Pinhan Yayınları, 2014).

Butler, Judith. Excitable Speech: A Politics of the Performative (London and New York: Routledge, 1997).

Butler, Judith. Kırılgan Hayat: Yasın ve Şiddetin Gücü çev. Başak Ertür (İstanbul: Metis Yayınları, 2005).

Önceki İçerikYeni Yayımlanan Sosyal Bilim Kitapları – Haziran 2023
Sonraki İçerikKüreselleşme, Ulus Devlet ve Çok Uluslu Şirketler | Mehmet Uğur İziroğlu
Lisans öğrenimini İnönü Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde, yüksek lisans öğrenimini ise Gaziantep Üniversitesi Disiplinlerarası Kent Çalışmaları (Kent ve Toplum çalışmaları) Anabilim Dalında tamamlamıştır. Doktora öğrenimine ODTÜ Kent Politikası ve Yerel Yönetimler (2019-2020 özel öğrenci), Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Sosyoloji (gençlik politikaları ve kent sosyolojisi) bölümünde devam etmektedir. Kent ve toplum alanında mekânsal dönüşümün toplumsal yansıması üzerine akademik ve sivil toplum alanında çalışmalar gerçekleştirmektedir. Kent sosyolojisi alanında yerel yönetimlerin politika süreçlerinde sosyolojik ihtiyaç analizi ve sosyal etki değerlendirmeleri yapmaktadır. Bunun yanından edebiyat ve kültür alanında “Sad Nun Mim” ve “Pansuman Yaraya İhanettir” isimli şiir kitapları mevcuttur. İzdiham Dergisinde düzenli olarak yazılar yazmaktadır. Hemhal, Davaro gibi dergilerde de denemeler yazmaktadır. Bir süre Gazete Duvar Forum’da köşe yazıları yazmıştır.