Ömer Kavur Filmi Gibi Bir Kavur Belgeseli: Fırat Özeler ile Kavur Belgesel Filmi Üzerine

Yönetmen Ömer Kavur’un hayatını anlatan Kavur belgesel filmi Dünya prömiyerini 52. Rotterdam Uluslararası Film Festivali’nde, Türkiye prömiyerini ise 42. İstanbul Film Festivali Ulusal Belgesel Yarışması kapsamında gerçekleştirdi. Seslendirmesini Cem Yılmaz, Funda Eryiğit ve Tilbe Saran’ın yaptığı Kavur belgeseli üzerine yönetmen Fırat Özeler ile gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi ilginize sunuyoruz:

İlknur Burcu Keser: Söyleşi teklifimi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederim. İlk sorum başlangıç noktanızla ilgili bir soru olacak. Ömer Kavur’un hayatı üzerine uzun metraj belgesel film çekmeye sizi yönlendiren şey tam olarak neydi? Projeye “bir yönetmen olarak Ömer Kavur”u anlatma tutkusuyla mı yoksa “bir insan olarak Ömer Kavur”u anlatma tutkusuyla mı başlamıştınız? Sizin için Ömer Kavur’un hangi yönünü başkalarına anlatmak daha heyecan verici?

Fırat Özeler: Benim için en temel hareket noktası Kavur’un iç dünyasıydı. Evet ben onu filmleriyle tanıdım, sevdim, filmlerindeki gizemi çözme isteği beni ona yaklaştırdı; ama bir film yapmaya karar vermemi sağlayan şey iç dünyasının ne kadar katmanlı olduğunu fark etmemdi. Bir an şu soruyu sordum kendime “Bu filmleri yapan kişi nasıl bir insan?” ve araştırıp derinine indikçe aslında tüm o filmlerindeki gizemin de kendi iç dünyasından kaynaklandığını anladım ve anlatmaya değer birçok duygu ve düşünceyle karşılaştım. Film böyle ortaya çıktı. 

Kavur (Afiş)

İlknur Burcu Keser: Kavur belgesel filminde bir kadının arayışlarını görüyor ve iç sesini dinliyoruz. Ömer Kavur’un birçok filminde de mesela Gizli Yüz filminde olduğu gibi bu arayışları çok belirgin şekilde görüyoruz. Filminizin kendisi de tıpkı bir Ömer Kavur filmi gibiydi; Ömer Kavur’un hayatını tıpkı onun çektiği bir filmden izliyor hissine kapılıyoruz izlerken. Temelde amacınız filmi Ömer Kavur’un sinema tekniğine benzetmek miydi yoksa siz kendi tekniğinizi Ömer Kavur’un tekniğine zaten yakın buluyor musunuz?

Fırat Özeler: Aslında ikisi de. Tekniğimi Kavur’unkine yakın buluyorum demek biraz iddialı ve şımarıkça olur ancak tabii ki her genç yönetmenin etkilendiği, hikayelerine ve görsel biçimine sinmiş, kendini hissettiren bir usta vardır. Kavur da benim için öyle kesinlikle. Aklıma ne gelirse gelsin, her zaman onun filmlerine en az bir kez uğruyorum. Ancak belgesel özelinde şöyle bir motivasyonum da vardı. Kavur filmi gibi bir Kavur belgeseli yapmak istiyordum. Dolayısıyla aslında belgesel baştan sona bir Kavur reprodüksiyonu gibi oldu benim gözümde. Onun filmleri, onun mekanları, insanları belgesele nüfuz etti.

Gizli Yüz (1991) – Ömer Kavur

İlknur Burcu Keser: Film için titiz bir arşiv çalışmasının yapıldığı, yoğun bir emek verildiği çok belirgin. Kavur’un kişisel bilgisayarının ve içindeki dosyalarının açıldığı sahneler çok heyecan vericiydi. Bu arşivi toparlamak ne kadar sürdü? Arşivi oluştururken kimlerden destek aldınız ve sizi en çok heyecanlandıran eşya-görüntü hangisiydi?

Fırat Özeler: Çok teşekkür ederim, evet gerçekten de uzun ve yorucu bir süreçti arşiv süreci. Hatta filmin neredeyse tüm aşamaları biri bitip diğeri başlayacak şekilde akarken, arşiv çalışması bütün 3 yıla yayıldı ve en son zamanlarda dahi hala devam eder haldeydi diyebilirim. En çok kişisel arşivlerden faydalandık. Zaten Türkiye’de çok fazla kurumsal arşiv söz konusu değil sinema alanında. Daha çok kişisel arşivler ve aile arşivleri var; onlar da açığa çıkma hususunda sahiplerinin vicdanına kalmış vaziyette. Biz şükür ki, böyle bir zorluk yaşamadık. Filme dahil olan herkes -özellikle kuzeni Rukiye Kuneralp- çok büyük katkı sundu arşiv konusunda bize. Bunun dışında birçok kurumdan tabii ki arşiv görüntüsü ve fotoğraf kullandık ancak bunlar daha çok dönemsel materyallerdi. Beni en çok heyecanlandıran an ise Rukiye Hanım’ın evinde Gizli Yüz’ün el yazması senaryosunu elime aldığım andır. Büyüleyiciydi.

İlknur Burcu Keser: Ömer Kavur’u “apolitik” olmakla sinemasının yeterince “toplumcu” olmamasıyla eleştiren bir kitle var. Kavur ise “devrimci film” yaptığını iddia edip “toplumcu geçinenleri” setlerde işçileri sigortasız ve güvencesiz çalıştırmakla eleştiriyor. Kendisini ise “Sadece sinema yapmak istiyorum. İçimden geldiği gibi yapmak istiyorum.” şeklinde ifade ediyor. Siz bir yönetmen olarak Kavur’un eleştirisine ne dersiniz? Set işçilerinin sigortasız, güvencesiz çalıştırıldığı, emeklerinin tam olarak karşılığını alamadığı setlerde “toplumcu” perspektifte filmler çeken yönetmenlerin filmleri gerçekten de öyle midir? “Politik”, “toplumcu”, “devrimci” sinema sadece ekrana yansıyan mıdır? Filmlerin perde arkası – set işçilerin çalışma koşulları bu değerlendirmelerin neresinde yer alır?

Fırat Özeler: Ben tamamen aynı düşünmekle birlikte çok da umutsuzum. Hala aynı ikiyüzlülüğün ve samimiyetsizliğin devam ettiğine inanıyorum hatta. “Politik sinema” “toplumcu sinema” veya ne dersek diyelim, perdede slogan atmak değildir benim gözümde. Bir film bir insana ne kadar kendini, hayatını, o hayattaki yerini sorgulatabiliyorsa o kadar politiktir. Çünkü bizim hayatımızdaki her şey politik. Siyaset artık sadece 5 yılda bir tekrarlanan seçimlerden ibaret değil örneğin. Bir durakta otobüs beklerken, bir kafede bir şeyler içerken de -maalesef- politik özneleriz artık. Dolayısıyla o slogan atan politik sinemanın da geride kalması çok normal. Gündelik hayatın en ufak anlarında dahi politik bir yansıma görebiliyorsak, politik sinemaya da kişiyi ve onun iç dünyasını anlatmaktan başka yol kalmıyor bana göre.

İlknur Burcu Keser: Ömer Kavur’un anne tarafı Mısır kraliyet ailesine dayanıyor, babası ise büyükelçi. II. Dünya Savaşı döneminde dadısıyla birlikte “daha iyi bir çocukluk” geçirmesi için İsviçre’ye gönderiliyor. Kavur’un içinden geldiği sosyo-kültürel tabaka, çocukluk dönemi ve filmleri arasında nasıl bir bağ kurarsınız? Kavur kendi içinden geldiği tabakaya yüz çevirmiş bir yönetmen midir sizce?

Fırat Özeler: Evet bana göre öyledir. Buna kendisi ne cevap verirdi pek emin değilim gerçi; ancak bu benim ona dair görüşüm. Bu derece aristokrat ve üst tabaka bir aileden gelen bir insanın, ülkenin küçücük kasabalarına, yalnız ve hüzünlü insanlarına bu kadar temas edebilmiş olması hala büyüleyici geliyor bana. Sanırım çocukluğundan itibaren yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlayan ve 80 darbesiyle birlikte maksimum noktasına ulaşan bir yabancılaşma mevcut Kavur’un iç dünyasında. Ailesine karşı başlayan bu yabancılaşma yaşadığı ülkeye yabancılaşmaya kadar varıyor ancak bu daha çok devlete ve otoriteye karşı bir tutum. Tüm bu sürecin onu halka ve “sıradan insana” yakınlaştırıyor bence.

İlknur Burcu Keser: Ömer Kavur’un sinematik evreninin en belirgin ögeleri nelerdir sizce? Bir yönetmen olarak Kavur’u özgün kılan yanları nelerdir?  Siz, Kavur sinemasını oluşturan temel ögeleri nasıl özetlersiniz?

Fırat Özeler: Bu noktada kesinlikle Fatih Özgüven’in harika bir tespitine atıf yapmam gerekiyor. Şöyle diyor Özgüven: “Ömer Kavur herkesin; sıradan insanların da iç yolculuk yapmaya hakkı olduğunu bize öğretti.” Benim için en özgün tarafı bu Kavur’un. Ona göre bir kamyon şoförü de bir içsel yolculuğun öznesi olabilir, bir kumarhane sahibi de. Ya da bir otel kâtibi de hayali bir kadını bekleyebilir, bir pavyon fotoğrafçısı da yollara düşebilir hayal mi gerçek mi bilemediğimiz bir insan için. Bu bakış, dönemi için inanılmaz özgün olmakla birlikte hala aşılabilmiş olduğuna dahi inanmıyorum. Bir de tabii tüm bunların her zaman sınırları zorlaması beni en çok etkileyen şeylerden biri. Amansız Yol mesela, böyle bir filmi şu an dahi yapmak inanılmaz zorken, o dönemde çok kısıtlı bir bütçeyle yapabilmiş olması… Ya da Akrebin Yolculuğu, ne kadar üstü örtük olsa da eşsiz bir zaman yolculuğu filmi olması örneğin… Tüm bu özgünlüğü, kendine haslığı ve durmadan üretme tutkusu onu hala eşi benzeri olmayan bir yönetmen haline getiriyor.

İlknur Burcu Keser: Ömer Kavur sinemasını kendi içinde dönemlere ayırmak mümkün mü? Kavur sinemasında kırılma noktası olan film/filmler hangileridir?

Fırat Özeler: Mümkün, hatta ayırmak da gerekiyor. Kendisi de ayırıyor. Genel yargı ikiye ayrılmasıdır aslında, Anayurt Oteli ile bir kırılma yaşandığı ve onunla birlikte kişisel filmler yapmaya başladığı üzerine. Ama bir röportajında kendisinin üçe ayırdığını okumuştum kendi ağzından. Bir de geçiş dönemi ekliyordu: Birinci dönem, ünlü artistlerle alışıldık Yeşilçam filmleri dönemi (örneğin Kırık Bir Aşk Hikayesi, Ah Güzel İstanbul…) ikinci dönem – yani geçiş dönemi – Amansız Yol, Anayurt Oteli gibi filmlerde hem istediği sinemayı yapmaya çalıştığı hem de popüler kalıplara uygun filmleri; ve Gece Yolculuğu itibariyle de üçüncü dönem: tamamen kendi sinemasını yaptığı 1987-2005 arası.

İlknur Burcu Keser: Ömer Kavur’un iç dünyası ile çektiği filmlerdeki karakterler arasında bir paralellik var mı sizce? Ömer Kavur’u çektiği filmlerden hangisinin karakterine ve hangi yönlerden benzer buluyorsunuz?

Fırat Özeler: O kadar büyük bir benzerlik var ki, tek bir karakter söylemem mümkün değil. Tabii ki Gece Yolculuğu’nda Aytaç Arman’ın canlandırdığı yönetmen Ali’yi ayrı tutuyorum. O tamamen Kavur’un kendini olduğu gibi yeniden yaratması; ancak diğer filmlerinde kendisini yazmadığı tek bir karakter bile görmedim diyebilirim. Sadece erkek karakterler için de demiyorum, kadın karakterlerde, çocuklarda dahi durum bu. Hayatını araştırıp öğrendikçe şunu gördüm, her karakteri hem birbirinden tamamen farklı hem de aslında tamamen aynı. Çünkü hepsi hayatta farklı bir şeyin peşinde ancak hepsi de bir noktada Kavur’un kendisi.

Gece Yolculuğu (1988) – Ömer Kavur

İlknur Burcu Keser: Filmle ilgili seyircilerden genel olarak nasıl geri dönüşler aldınız? “Keşke şunu da ekleseydim” ya da “bu kısmı aslında eklemesem daha iyi olurdu” dediğiniz sahneler oldu mu?

Fırat Özeler: Film gösterimlerine başlayalı nerdeyse 1 sene olacak, çok farklı farklı ve fazla sayıda olumlu ve olumsuz  eleştiri alıyor. Bu çok hoşuma giden bir durum. Çünkü her izleyici kendince bir dünya görmek istiyor filmde. E bir de Kavur faktörü var, birçok izleyicinin kafasında zaten oluşmuş bir Kavur imajı var; benim zihnimdeki ile onlarınki çarpışınca övgüler de yergiler de bir arada oluyor çoğu zaman. Ancak ben bir filmi bitirdikten sonra keşke demeyi pek sevmiyorum. O yüzden ekleseydim veya çıkarsaydım dediğim bir şey yok, bu film bu şekilde var oldu, keşke demek biraz filmin öz varlığına saygısızlık oluyor benim gözümde. Çünkü filmlerin yaratıcılarından bağımsız kendi öz-varlıkları olduğuna çok inanırım.

İlknur Burcu Keser: Ömer Kavur dışında bir yönetmenin hayatını anlatan bir film çekecek olsanız bu hangi yönetmen olurdu? İlerleyen zamanlarda yeni belgesel film projeleriniz olacak mı, üzerine çalıştığınız yeni bir proje var mı şu an?

Fırat Özeler: Aslında buna şu an net bir cevabım yok. Çünkü dönemsel olarak bir insandan çok etkilenmem veya kafayı uzun süre ona takmam onun filmini yapmak istememde etkili oluyor.  Bir sonraki projem ise kurmaca olacak; ama zaman ne gösterir bilemiyorum tabii. Bir zaman gelir ve belgesel olarak anlatmak istediğim bir hikâye-bir insan karşıma çıkarsa neden olmasın?

İlknur Burcu Keser: Toplum ve Ütopya’ya vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.

Fırat Özeler: Ben teşekkür ederim bu harika ve dolu dolu sohbet için.