Kimlik İnşasında “Öteki”nin Rolü: Edward Said’in Perspektifinden Bir İnceleme | Hilal Kaşık

Giriş

Kimlik inşasında rol oynayan birçok önemli faktör vardır. Temel olarak geleneklerin ve kültürlerin kimlik inşasında rol oynadığı ifade edilmiş olsa da aslında; sosyal, psikolojik, siyasal süreçler insanın doğumundan itibaren doğrudan insan yaşamını etkilemiş ve ona yön vermiştir. Tüm bunların yanı sıra kimlik inşasında önemli bir role sahip olan diğer bir faktör “öteki” imgesidir. Bu bağlamda Edward Said’e göre; Batı kendi kimliğin oluştururken Doğu’yu bir “öteki” olarak yaratmıştır. Dolayısıyla Said’in perspektifinden düşünüldüğünde Doğu-Batı neresidir, Doğulu-Batılı kimdir, bu ayrımlar neye veya kime göre yapılmıştır? Bu sorulara vereceğimiz yanıtlar bizi kimlik inşasında büyük bir rol oynayan “öteki”nin yaratılması durumuyla karşı karşıya getirir. Çoğu kez “öteki”ye biçilen sıfatlar; “barbar, geleneksel, tembel, kötü, pis, bilgisiz, çirkin” gibi daha çok olumsuz anlam ifade eden sıfatlarken buna karşılık “medeni, modern, iyi, çalışkan, güzel, temiz, bilgili” gibi sıfatları ise ötekinin karşısında konumlandırılan bir kimliğe işaret etmiştir. Nitekim Doğu-Batı, Doğulu-Batılı ayrımı da benzer dinamikler üzerinde inşa edilmiştir. Bu yüzden “Batı’nın Doğu’ya bakışının temelinde kimlik diyalektiği, yani kimlik ile ötekiler arasındaki diyalektiğin bulunduğu söylenebilir” (Yüksel, 2014, s. 190). Bu diyalektik farklı biçimlerde de olsa hâlâ yeniden üretilmektedir. Ayrıca Batı ötekini tanımlarken kendine hiçbir şekilde benzemeyen bir Doğu yaratır. Bu yüzden Doğu-Batı ayrımını farklılıklar üzerinden okumak yerine benzemezlik üzerinden okumak daha doğru olur (Canbay Tatar, 2012, s. 96).

Doğu-Batı Ayrımı

Doğu-Batı ayrımı yalnızca coğrafi olarak güneşin doğuşu ve güneşin batışını ifade eden basit bir anlama sahip değildir. Çünkü bu ayrım zamanla coğrafi olmaktan çok; politik, toplumsal, kültürel anlamları ifade etmeye başlamış ve birbirinin tam anlamıyla zıt birer karakterini oluşturmuştur. Hilmi Ziya Ülken’in de ifade ettiği gibi: “Şark ve Garp denilince, Doğu ve Batı gibi iki coğrafi yön anlaşılmaz, daha çok zihniyet ve alınyazılarının ayrı evrimleri olan iki âlem, büsbütün seçik hayatları, yaşama tarzları olan iki dünya anlaşılır” (Ülken, 1964, s. 26). Bu anlamların oluşması elbette tesadüfi olmamıştır. Doğu-Batı ayrımının kökeni Yunanlılar ile Perslerin rekabetine kadar götürülür. Ancak Batı’nın politik bir anlamı ifade edecek biçimde ortaya çıkışı M.S. 285’te Roma İmparatorluğunun Doğu Roma ve Batı Roma olarak ikiye bölünmesiyle gerçekleşmiş ve bununla birlikte artık Batı Roma İmparatorluğu Katolik, Doğu Roma İmparatorluğu ise Ortodoksluğu ifade etmeye başlamıştır. Ancak Roma İmparatorluğu ve de Ortodoksluk geriledikçe Doğu, İslam inancını ifade etmeye başlamış ve ayrım giderek derinleşmiştir. Bu ayrımının derinleşmesinde etkili olan başka bir tarihsel süreçte II. Dünya Savaşından sonra yaşanan Soğuk Savaş neticesinde ortaya çıkan çift kutuplu dünya algısıdır. Çünkü bununla beraber Batı dendiği zaman artık Amerika, Avrupa, Kanada, Avusturalya ve Yeni Zellanda akla gelirken Doğu dendiği zaman ise bu ülkelerin dışında kalan Ortadoğu, Uzakdoğu ülkeleri gelmektedir. Ancak Said’e göre bu ayrımların tamamı ideolojiktir. Çünkü ona göre Şark antik çağdan bu yana “gönül maceralarının, egzotik varlıkların, akıldan çıkmayan anılarla görünümlerin, olağanüstü deneyimlerin” mekanı olarak Avrupa tarafından icat edilmiş bir “öteki”dir (Said, 2017, s.11). Dolayısıyla bu Batı’nın karşıt bir imge yaratmasıyla sonuçlanmış ve Batı kendi kimliğini bu şekilde oluşturmuştur. Ancak Said, Batı’nın yaptığı bu ayrımı eleştirerek Doğu’yu Batı’nın “maddi uygarlığı ile kültürünün” bütünleyici bir parçası olarak görür ve Batı’nın kimliğinin Doğu’dan izler taşıdığını söyler (Said, 2017, s.12). Bu bağlamda Fuat Keyman, Said’in öteki imgesini “söylemsel bir kurgu olarak öteki” kategorisinde değerlendirir. Buna göre Said, Doğu ve Batı’yı ontolojik ve epistemolojik ayrım temelinde bir “öteki” olarak algılamıştır. Dolayısıyla Doğu, Batı’dan farklı olan bir öteki konumuna yerleştirilerek yaratılmış ve böylece Doğu imgesi üretilmiştir. Kısaca Said’e göre öteki; nesne ya da varlık değil “söylemsel bir kurgu”dan ibarettir (Keyman, 2011, s. 21).  

Edward Said’in Perspektifinden “Öteki” İmgesi

Edward Said’in perspektifinden “öteki” imgesi üzerine odaklanıyor olmamız bizim en temelde Şarkiyat çalışmalarını da incelememizi zorunlu kılmaktadır. Şarkiyat çalışmalarına baktığımız zaman ise inceleme alanlarının Doğu olduğunu görmekteyiz. Bu noktada Şarkiyatçılık: Doğu toplumlarının kültürlerini, siyasal yapılarını, toplumsal dinamiklerini, ekonomik yapısını ve daha birçok faktörü esas alarak Doğu’yu anlamaya ve açıklamaya çalışan temel bir disiplindir. Yücel Bulut’a göre şarkiyatçılığın değişmeyen bir yönü vardır: “Doğu, Batı için her zaman bir tehdittir. Batı bu tehlikeden kurtulmalı ve Doğu’ya hükmetmelidir. Bu nedenle, oryantalizm temelde Batı ile Doğu arasında var olduğu düşünülen bir hakimiyet mücadelesi ve çatışma üzerine kuruludur” (Bulut, 2019, s. 9). Bu bağlamda Şarkiyatçılığa baktığımızda çeşitli amaçlarla çalışmalar yürütüldüğünü söyleyebiliriz. Temel olarak Şarkiyatçılığı iki şekilde ele alabiliriz, bunlardan ilki; Doğu’yu anlamaya çalışan ve Doğu kültürünün, yazılı eserlerinin ortaya çıkarılması noktasında Batı’nın teknik ve yöntemlerini kullanmayı amaçlayan çalışmalardır. Ki bu çalışmalar Şarkiyatçılığın olumlu yönüne vurgu yapmaktadır. İkincisi ise; Edward Said’in ele aldığı ve daha çok olumsuz bir anlam çağrıştıran Şarkiyatçılık anlayışıdır. Bu anlayışa göre Şarkiyatçılık; “modern zamanların sömürgecilik faaliyetlerinin işbirlikçisidir”(Bulut, 2019, s. 10). Bu noktada Edward Said için “öteki”nin nasıl ve ne şekilde oluştuğuna dair soruların yanıt bulduğu alan Şarkiyat çalışmalardır. Başka bir deyişle: Said, Şarkiyatçılığın Batı toplumlarının kendilerini Doğu’nun tam zıttı olarak konumlandırarak Doğu’yu ötekileştirdiğini bunu ise özellikle de Şark üzerine yapılan çalışmalarla inşa ettiğini iddia etmiştir.

Tüm bunların yanı sıra Said, Şarkiyatçılık adlı kitabında Şarkiyatçılığı akademik bir çalışma alanı olarak tanımlamıştır. Ona göre Şarkiyatçılığın çeşitli anlamları vardır, bu yüzden de Şarkiyatçılık kavramının Said’in de ifade ettiği gibi hem “akademik” bir anlamı, hem de “sömürgecilik” alanlarının işlevsel olduğu bir alanı vardır ve ayrıca “kültürel ve dini” bir yönü de bulunmaktadır  (Bulut, 2019, s. 8). Ona göre: “Şark hakkında yazan, ders veren ya da Şark’ı araştıran kişi Şarkiyatçıdır, yaptığı işte Şarkiyatçılıktır” (Said, 2017, s. 12). Ayrıca Şarkiyat çalışmalarının tek amacı Doğu’yu anlamak değildir. Bu yüzden basit bir “bilgi üretim süreci” olarak ele alınması mümkün değildir. Çünkü Said’in de belirttiği gibi Şarkiyatçılık “bilgi-iktidar” ve “ideolojik” nedenlerle Batılı toplumlar tarafından kurgulanmıştır. Başka bir deyişle, onların algılayış biçimiyle bir Doğu veya Doğulu imgesi yaratılmıştır. Bu noktada da oluşturulan yeni Doğu imajı kendisini öteki kimliğiyle eşdeğer olarak bulmuştur.

              Said’e göre Batı Doğu’yu bir bilgi nesnesi olarak incelemekten çok üretmişti. Bu üretimin dolaşımı sokulduğu şarkiyatçılık alanı, Doğu hakkında uydurulan söylemler, bu söylemlerin içerdiği klişeler, bu söylemlerin edebiyattan tarihe, siyaset teorisinden askeri uygulamalara kadar genişleyerek Batı emperyalist düşüncesinin kılıfını ve meşruiyetini oluşturuyordu (Parla, 2018, s. 10).

Bu iddialar Şarkiyatçılar tarafından kabul edilmemiştir. Çoğu Şarkiyatçı Edward Said’in bu iddiasından dolayı ona karşı çıkmıştır. Fakat Said’e göre Şarkiyatçılık nesnel bir çalışma disiplini içinde gelişmemiş emperyalist düşünce içinde inşa edilmiştir. Böyle olmasında etkili olan temel dinamikleri Said, Foucault ve Gramsci’nin kavramları ile açıklık kazandırmaya çalışmış ve düşüncesini Foucault’un bilginin nesnel olmadığı görüşü oluşturmuştur.

Son dönem sosyal bilimler alanında yapılan çalışmalara baktığımızda yeni tartışma alanlarının oluşmaya başladığını görmekteyiz. Bu noktada da “şarkiyatçılık tarafından öteki olarak biçimlendirilen ve bilinci yaralanan Doğu toplumlarının” (Sunar, 2006, s.52) kendilerini ifade etmek ve şarkiyatçılığın iktidarına karşı çıkmak için bir meydan okumanın içerisine girdiğini ve yeni çözüm yolları aradığını görmekteyiz. İşte tam da bu aşamada “oksidentalizm” bizim için iyi bir örnektir. Çünkü oksidentalizm: Doğu’nun Batı’yı algılayış biçimidir, fakat bu basit bir algılayışın ötesinde olup esas amacı Şarkiyat çalışmalarıyla oluşturulduğuna inanılan ve olumsuz sıfatlarla anılan “Doğu algısına” karşı çıkarak aslında tüm bunların Batı’nın Doğu üzerinde bir hegemonya kurmak için yaptığını iddia etmeyi amaçlamış ve bu algının ise oryantalizmin tam karşısında oksidentalizmi koyarak yok edilebileceğine inanmışlardır. Çünkü bu düşünceye göre Doğu, ancak bu şekilde Batı’nın tahakkümünden kurtulabilecektir.

Edward Said’e Yöneltilen Eleştiriler

Said’e yöneltilen ilk eleştirilerden biri; “Edward Said’in Batı ile ilişkiler noktasında Osmanlı, dolayısıyla Türkiye tecrübesini eserinde ele almamış olması ve daha çok Ortadoğu ve Hindistan üzerinde durmasıdır” (Çoruk, 2007, s. 194). Said’e yöneltilen eleştirilerden diğeri ise; Batı’nın Doğu üzerinde bir hegemonya kurduğu ve bunu ise Şarkiyat çalışmalarıyla meşrulaştırdığı iddiasıdır. Bu iddia, özellikle de Şarkiyat çalışmalarında önde gelen isimler tarafından kabul edilmemiştir, ayrıca Said’in Şarkiyat üzerine çalışmalar yapan sosyal bilimcilere yönelik yaptığı imalar da reddedilmiştir. Bu noktada Edward Said’e yönelik yapılan eleştirilerin başında Şerif Mardin’in eleştirileri gelir. Şerif Mardin’e göre; Said, Batı’nın Doğu hakkındaki görüşlerinin konjonktürel olduğunu bu yüzden de zamanla değişebileceğini göz ardı etmiş ve “cımbızla seçtiği eleştiriler” bağlamında genellemeler yapmıştır (Mardin: 2002’den akt. Çoruk, 2007, s. 201). Ayrıca Said’in 20. yüzyıldan hareketle bir Doğu-Batı karşıtlığı yapmış olması ve bunun sonucu olarak hiç değişmeyen bir Avrupa’dan bahsetmiş olması “Said’in Avrupa fikri itham ettiği oryantalist söylem gibi tekdüze ve tarihsizdir (Çırakman: 2002’den akt. Tutal, 2011, s. 134) sözleriyle eleştirilmesine neden olmuştur.  

Sonuç

Kimlik inşasında “öteki”nin nasıl yaratıldığını görmek açısından oryantalist çalışmalar önemli bir yere sahiptir. Oryantalist bir perspektifle oluşturulmuş bu çalışmalar birçok alanda kendini hissettirmiştir; edebiyatta, sanatta, filmlerde, belgesellerde ve daha birçok alanda yaratılmış bir “öteki” imgesi dikkatimizi çekmektedir. Daha önce de belirttiğimiz gibi Said, bu imgenin “kültürel ve siyasal bir olgu” olarak yaratıldığına inanır ve bu yüzden de oryantalist çalışmalarının tek bir amacı yoktur, birçok amaç doğrultusunda bu çalışmalar yapılmıştır (Said, 2017, s. 22). Dolayısıyla, Edward Said’in perspektifinden baktığımızda Batı, Doğu’yu “ben” ve “öteki” olarak bildiğimiz iki temel ayrım üzerinden algılayarak kendi kimliğini yaratmıştır.

KAYNAKÇA

Bulut, Y. (2019). Oryantalizmin Kısa Tarihi. İstanbul: Küre Yayınları.

Canbay Tatar, H. (2012). Batının Kimlik İnşasında Ötekinin Yeri. Karadeniz Uluslararası Bilimsel Dergi(14), 93-102.

Çoruk, A. (2007, Aralık). Oryantalizm Üzerine Notlar. Sosyal Bilimler Dergisi, IX(2), 193-204.

Keyman, E. F. (2011). Globalleşme, Oryantalizm ve Öteki Sorunu 11 Eylül Sonrası Dünya ve Adalet. Doğu Batı (20), 11-32.

Parla, J. (2018). Efendilik, Şarkiyatçılık, Kölelik. İstanbul: İletişim Yayınları.

Sunar, L. (2006). Şarkiyatçılığı Niçin Yeniden Tartışmalıyız? Uluslararası Oryantalizm Sempozyumu (s. 27-54). İstanbul: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültürel ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı Kültür Müdürlüğü Yayınları.

Ülken, H. (1964). Şark – Garp Problemi Karşısında İslamiyet. İlahiyat Fakültesi Dergisi, 12(9), 21-34.

Said, E. (2017). Şarkiyatçılık. İstanbul: Metis Yayınları.

Yüksel, M. (2014). İslamofobinin Tarihsel Temellerine Bir Bakış: Oryantalizm ya da Batı ve Öteki. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, 189-200.