Marksizm ve Psikoloji | Susan Rosenthal (Çev: Y. Can Derdiyok)

Marx ve Engels sermayeyi bir ilişki ve kapitalizmi ilişkilerin sistemi olarak betimlediler. Kendimizle, başkalarıyla ve toplumla kurduğumuz ilişkilerin tüm yönlerinin kapitalizm tarafından şekillendirildiğini böylece sosyalist devrimin tüm bu ilişkileri dönüştürebileceğini mi söylemek istediler? Yoksa çok mu genel konuşuyorlardı? İnsan deneyiminin toplumdan etkilenmeyen kimi yönleri var mıdır ki bunları anlamak için Marksizm’den, dönüştürmek için de sosyalizmden başka bir şeye ihtiyacımız olsun? Bu, Marksizm ve psikoloji arasındaki çatışmanın özüdür.

Marksist yöntem insan deneyimini sosyal-tarihsel bağlamda değerlendirir. Psikoloji, psikanaliz, psikoterapi, tıp, genetik ve diğer disiplinlerin çoğu bireyi (veya bireyin parçalarını) sosyal bağlamından ayırarak ele alır. Varsayım, bireyin (veya parçanın) daha büyük toplumu yöneten kurallardan farklı kurallarla yönetilen kalıcı biyolojik veya psikolojik niteliklere sahip olduğu şeklindedir. Dolayısıyla bu nitelikler yalnızca birey ya da parça düzeyinde değiştirilebilir.

Bireyi vurgulamak amacıyla onu toplumsal alandan ayırmak bilim değil, kapitalist ideolojidir. Bireysel faktörlere öncelik vermek, sistemi sorumluluktan kurtarır. Ve eğer bireyler ne olacağını seçebilirse, kötü seçim yapmakla suçlanabilirler, bu da sistemin paçayı kurtarmasına neden olur.

Bilim, bize bireyin ve toplumun dinamik etkileşimle birbirini şekillendirdiğini söyler. Eğer ikisinden birinin daha fazla ağırlığı varsa, ağırlığı olan taraf türümüzün evrimleştiği ve kapitalizmin zehirlediği maddi ve sosyal çevredir.

Çevresel zehirler kanserlerin ezici çoğunluğuna neden olurken kanser kurbanları sağlıksız seçimler yapmakla ve “kanser kişiliklerine” ya da “kanser genlerine” sahip olmakla suçlanmaktadır. Benzer şekilde, yabancılaşma insanları akıl hastası yaparken akıl hastalığı yanlış düşünme, bozuk beyin kimyası veya kusurlu genlere bağlanır. Kurbanları suçlamak, sistemin onlara ne yaptığına odaklanmak yerine bireyin ne yaptığına odaklanılmasını sağlayarak sistemi korur.

Akıl hastalığı[1] eskiden delilik anlamına gelirdi. 1918 Amerikan psikiyatrik bozukluklar envanteri, 22 tanı kategorisi içeriyordu ve bunlardan 21’i delilik biçimlerine atıfta bulunuyordu. “Akıl hastalığı” kategorisi o zamandan bu yana sapkın ve asi davranışları, bilgiyi işlemenin farklı yollarını (nöroçeşitlilik), yalıtılmışlığa ve yoksunluğa verilen duygusal tepkileri ve travmayla ilgili semptomları içerecek şekilde genişlemiştir. Akıl hastası etiketi, protestocuları, acı çekenleri ve ihtiyaçları üretkenliği baltalayanları patolojik hale getirmek için kullanılıyor. Sınırlamalar ister fiziksel ister zihinsel olsun, daha az üretken olanlar sosyal olarak kusurlu ve az ya da çok harcanabilir olarak damgalanmaktadır.

“Akıl hastası” olarak etiketlenen insanlar ezilen bir grubu oluşturmaktadır. Tüm baskı biçimleri gibi akıl hastalıkları da her sınıftan insanı etkilemektedir. Bununla birlikte, diğer baskı biçimlerinde olduğu gibi yük en ağır şekilde işçi sınıfının üzerindedir. Akıl hastaları yasal, tıbbi, sosyal ve barınma ayrımcılığına maruz kalmaktadır. Akıl hastaları zorla kurumlara kapatılabilirler, iradeleri dışında uyuşturulabilirler ve hayatlarıyla ilgili karar alma hakları elinden alınabilir. Akıl hastaları, gözetimde tutulanlar arasında fazlasıyla temsil edilmektedirler ve işsiz, yoksul ve evsiz olma olasılıkları daha yüksektir.

Baskı kapitalizmin olmazsa olmazıdır. Ezilen gruplara boyun eğdirmek, küçük bir yönetici sınıfın çok daha büyük bir işçi sınıfını bölmesini ve yönetmesini sağlar. Özellikle akıl hastalarına baskı yapmak, toplumun tamamında düşünce, duygu ve davranışların uyumlu olmasını sağlar.

Psikiyatri, meydan okumayı zihinsel bir bozukluk olarak teşhis ederek kapitalizme hizmet etmektedir. 1950’li yıllarda şizofreni etiketi çoğunlukla memnuniyetsiz ev kadınlarına yapıştırılıyordu. 1960’ların ırkçılık karşıtı isyanları, Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı’nın (DSM) şizofreni tanımını öncelikle depresif ruh halinden düşmanlık, saldırganlık ve zulüm sanrılarına, yani Beyaz banliyö ev kadınlarından asi şehirli Siyahlara doğru değiştirmesine neden oldu. Bugün, Siyah Amerikalıların “şizofren” olarak etiketlenme olasılığı Beyaz Amerikalılara göre üç kat daha fazladır.

Psikiyatristler ve psikologlar kölelerin ve siyasi muhaliflerin protestolarını patolojik hâle getirmişlerdir. Psikiyatristler ve psikologlar asi kadınları uyuşuk hâle getirmeye ve eşcinselleri dönüştürmeye çalıştılar. “Sosyal kusurluların” ötenazisi ve kısırlaştırılması için kampanya yürüttüler. Sorgulamalara ve işkenceye yardımcı olmaktalar. Öldürmelerini sağlamak için askerleri, yaşlı insanları ve sessiz kalmaları için mahkumları ve asi çocukları uyuşturmaktalar.

Aileler krize girdikçe, ebeveynler çocukların duygusal ihtiyaçlarını daha az karşılayabilmektedir. Okullar, çocukları hayatlarıyla hiçbir bağlantısı olmayan bilgileri ezberlemeleri için çocukları uzun süreler boyunca kapalı odalara hapsederek onların sıkıntılarına katkıda bulunmaktadır. Çocuklar, bu durumu dışa vurarak protesto ettiklerinde profesyoneller çocukları zihinsel olarak bozuk ve ebeveynlerini de yetersiz olarak etiketlemektedir.

Çocuklar etiketlendikten sonra, ebeveynler yasal olarak onları uyuşturmaya zorlanabilir. 2013 yılında, 17 yaşın altındaki 8 milyondan fazla Amerikalı çocuğa psikiyatrik ilaç yazılmıştır. Bu çocukların bir milyonu 5 yaşının altındaydı ve çeyrek milyonu da bir yaşından küçüktü.

Sosyalistler ezilenler için ayağa kalkar. Kadınların genetik olarak bakıcı olmaya programlandıkları için çocuk yetiştirmeleri gerektiği yönündeki argümanı reddediyoruz. Siyahların daha az zeki oldukları için yoksul olma ihtimallerinin daha yüksek olduğu argümanını reddediyoruz. Bu tür biyolojik argümanların bilime dayanmadığını anlıyoruz; bunlar sözde bilimdir yani bilim kılığına girmiş propagandadırlar. Kapitalizm, doğru olanın yerine doğru olduğunu düşündüğü iddiaları koyarak bilim ile sahte bilimi sistematik olarak karıştırmaktadır. Sahte bilime bir örnek de akıl hastalığının biyolojiden kaynaklandığı iddiasıdır.

Akıl hastalığının biyolojik modeli, zihni, çalışmanın ve tedavinin nesnesi hâline gelen beyne indirger (Bu modelin bir çeşidi, zihni cinsel organlara indirgeyen Freudculuktur). Bu tür bir kaba materyalizm, akıl hastalığını toplumsal ve tarihsel bağlamda ele alan -yabancılaşmış emeğin hasta ettiği bir toplumun bireysel ifadesi olarak gören- Marksist materyalizmle karıştırılmamalıdır.

Sosyal koşulların akıl hastalığı yarattığı gerçeği o kadar açıktır ki bizi aksi yönde ikna etmek için bir psikiyatri endüstrisine ihtiyaç vardır. DSM’nin 1952 baskısı, akıl hastalığını bazı dış olaylara, durumlara veya biyolojik koşullara karşı bir tepki olarak tanımlamıştır. Bu açıklama sonraki tüm baskılardan çıkarılmıştır.

DSM’nin akıl hastalığı için harici bir neden belirleyememesi, akıl hastalığının nedeninin bireyin içinde olduğunu (hatalı düşünceler, davranışlar, kimya veya genetik) ve tedavinin acıya neden olan koşulları değil, acı çeken kişiyi değiştirmek olduğunu ima etmeye yaramaktadır. İlaç tedavisine ve genetik araştırmalarına yapılan vurgu biyolojik modelden kaynaklanmaktadır. Ve böylelikle hastaların düşüncelerini, duygularını ve davranışlarını değiştirmeye yönlendirme uygulaması, temel sorunun hastanın yeterli şekilde işlev gösterememesi olduğunu ima etmektedir.

Kimileri olumsuz koşulların çocuklarda sıkıntı, anksiyete ve depresyon gibi duygusal bozukluklara neden olabileceğini kabul etmektedir, ancak öte yandan psikoz gibi algısal bozuklukların biyolojik bir nedeni olmalıdır. Bu hatalı bir mantıktır.

İnsan algısı sosyal olarak inşa edilir. Topluma hâkim olan fikirler insanların ne düşündüğünü ne istediğini, kime güvendiğini, kimden korktuğunu, kimi suçladığını ve neyin kabul edilebilir olup olmadığını şekillendirmektedir. Yanlış algı da sosyal olarak inşa edilmektedir. Aldatma (“Burası özgür bir ülke”), çelişki (insani müdahale olarak savaş), yaşanmış deneyimin inkârı (sıkı çalışma her zaman ödüllendirilir) ve tehdit (çalış ya da açlıktan öl) üzerine kurulu bir sistemi satmak için psikologlar, reklam danışmanları ve yönetim uzmanları istihdam edilmektedir. Pek çok insan kabul edilemez olanı kabul etse de bundan hoşlanmamaktadır. Kimi insanlar buna açıkça isyan eder. Kimileri ise fiziksel ve ruhsal semptomlar göstererek, bağımlılık ve intihar yoluyla protesto eder. Bazıları ise farklı bir gerçekliğe kaçar.

Psikoz tipik olarak ergenlikten yetişkinliğe geçiş sırasında, dünyanın olduğu hâliyle olması gereken hâli arasındaki çatışmanın en keskin şekilde yaşandığı dönemde gelişmektedir. Bu çelişkinin çözülememesi, bazı insanların son derece endişeli ve derin bir şüpheci olmalarına neden olmaktadır. Dünya hiçbir anlam ifade etmiyor, dolayısıyla bu insanlar “gerçeklikten kopuyorlar” ve hayali metaforların ifade edilemeyen şeyleri anlattığı fantezi alemlerinde saklanıyorlar. Hepimiz kendimizle konuşuruz, ancak psikoz benlikle olan ilişkiyi bozar, böylece iç sesler dışarıdan geliyormuş gibi yanlış algılanır. Görsel ipuçları da yanlış yorumlanarak gerçekte var olmayan insan ve nesnelerin şekillerini oluşturur.

Psikozun sosyal temeli, psikotik bireyi düzeltilmesi gereken eksikliklerin bir kontrol listesi olarak ele alan biyologlar ve psikiyatristler tarafından göz ardı edilmektedir. Göz ardı edilen, kişinin deneyimi bakış açısı ve sosyal ihtiyaçlarıdır. Kişinin konuşma, duygular, beden dili ve davranış kalıpları yoluyla ne anlatmaya çalıştığına dikkat edilmez. Daha ziyade beyin kimyasının manipüle edilmesi, kusurlu genlerle mücadele edilmesi ve davranışların kontrol edilmesi üzerinde durulmaktadır.

Ruhsal hastalıklar için en iyi tedavi sosyal destektir. Amerika’da yapılan büyük bir araştırma, daha az ilaç ve daha fazla bireysel ve aile desteği alan psikotik hastaların, normal ilaç odaklı tedavi gören hastalara göre çok daha iyi durumda olduğunu ortaya koymuştur. Sosyal destek modeli Avustralya, İskandinavya ve başka yerlerde başarıyla kullanılmıştır. Sosyal desteğin algı bozukluklarına çare olabilmesi, bize bu bozuklukların sosyal temelli olduğunu göstermektedir.

Sosyal destek, akıl hastalığının toplumsal düzeyde tedavi edilmesinde de etkilidir. Kanada’da iki binden fazla ağır zihinsel engelli evsiz üzerinde yapılan bir araştırma, istikrarlı barınma sağlamanın diğer tüm tedavilerden daha etkili olduğunu ortaya koymuştur.

Yaşam standartlarını yükseltmek aslında akıl hastalıklarını iyileştirebilir. Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) sekiz yıl süren bir araştırma, yoksul çocuklara hiç yoksul olmamış çocuklara kıyasla dört kat daha fazla psikiyatrik semptom teşhisi konulduğunu ortaya çıkarmıştır. Araştırmanın ortasında yeni bir kumarhane, ailelerin yüzde 14’ünü yoksulluktan kurtaran mali ikramiyeler ödemeye başladı.

Böylelikle yoksul olmayan çocuklar arasındaki psikiyatrik semptomlar, hiç yoksul olmayan çocuklarla aynı seviyeye düşmüştür. Buna karşılık, yoksul kalan çocuklar arasında psikiyatrik semptomlar yüksek kalmaya devam etmiştir. Artan gelirler, ebeveynlerin kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmelerini ve böylece çocuklarının ihtiyaçlarını daha iyi karşılayabilmelerini sağlamaktadır.

Kapitalizm, daha fazla insanı krize sürüklemektedir. Kaliforniya’da hizmetlere yönelik saldırı işçi sınıfının tepkisine yol açtı.

Ocak 2015’te Ulusal Sağlık Çalışanları Sendikası’nın (NUHW) 3.300’den fazla üyesi Amerika’nın en büyük sağlık şirketi olan Kaiser Permanente’de greve çıktı. Rekor kârlara rağmen Kaiser, hastaların ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli personel istihdam etmeyi reddetti. Buna yönelik protesto için NUHW psikologları, terapistleri, sosyal hizmet uzmanları ve psikiyatri hemşireleri, 35 şehirde 65 grev hattıyla şimdiye kadarki en büyük ruh sağlığı çalışanı grevini başlattı.

Bir hafta süren grevin ardından imza kampanyaları ve “Kaiser İntiharlarına Son” kampanyası başlatılarak bakım eksikliği nedeniyle ölen hastaların sayısı kamuoyuna duyuruldu. Sonunda, ucu açık bir grevle tehdit edilen Kaiser, sendikanın taleplerini kabul etti: Hastaları savunma hakkı, ücret ve emeklilik koruması, hastaların daha sık görülmesini sağlayan ve talebi karşılamak için yeni işe alımları zorunlu kılan yeni bir programlama oranı.

Çalışanların ve hastaların ihtiyaçlarının birbirine bağlanması eşi benzeri görülmemiş bir zafere yol açtı. Ancak, hizmetlere erişimden daha fazlasına, bizi hasta etmeyen bir dünyaya ihtiyacımız var.

Kapitalizm tüm dünyayı sermaye üreten bir fabrikaya dönüştürmüştür. Dolayısıyla, bunun önünde her insani ihtiyaç, kapitalizm tarafından ortadan kaldırılması gereken bir engel olarak ele alınır. “Düşük maliyetli üretim” çalışanları fiziksel ve duygusal sınırlarına kadar zorlamaktadır. Bu yolda yenik düşenler atılır, yerlerine yenileri alınır.

Kapitalizm altında zihinsel olarak sağlıklı olmak mümkün değildir. Artan günlük sefalet, sürekli savaş ve çevresel yıkımın dehşetiyle birleşiyor. Eğer zihninizi kapitalizmin barbarlığına açarsanız, travma yaşarsınız; zihninizi ona kapatırsanız, insanlığınızı kaybedersiniz.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO), küresel intihar oranının son 45 yılda yüzde 60 arttığını ve erkeklerde tüm şiddet içeren ölümlerin yarısını, kadınlarda ise yüzde 71’ini oluşturduğunu bildirmektedir. İntihar, 15-19 yaş arası ergenlik dönemindeki kadınlarda önde gelen ölüm nedenidir. ABD’de 5 ila 11 yaş arasındaki siyah erkek çocuklarda intihar oranı 1990’lardan bu yana iki katına çıkmıştır.

Son 15 yılda, lise mezunu Amerikalı hanelerin enflasyona göre düzeltilmiş gelirleri yüzde 19 düşmüştür. Bu gelir düşüşüne özellikle alkolizm, uyuşturucu bağımlılığı ve intihar nedeniyle daha az eğitimli orta yaşlı Beyaz Amerikalıların ölüm oranındaki yüzde 22’lik artış eşlik etmiştir. Bu grup için ölüm oranı sabit kalsaydı, 96.000 ölüm önlenmiş olacaktı. Eğer önceki oranında devam etseydi, yarım milyon yaşam kurtarılmış olacaktı.

Hastalığın toplumsal kaynaklarını ortadan kaldırmak kapitalizmde bir seçenek değildir çünkü kapitalizmde hiçbir şeyin kâr akışını kesintiye uğratmasına izin verilmez. Sistem, bunu yapmak yerine insanların toksik koşullar altında çalışma becerilerini geliştirmeye çalışmaktadır. Bu da bilimi, araştırmayı ve uzmanları bireysel faktörlerin incelenmesi ve manipülasyonu ile sınırlamak anlamına gelmektedir. Bu durum kanser için olduğu kadar akıl hastalıkları için de geçerlidir.

Bazı akıl hastalıkları (ve kanser) hatalı biyolojiden kaynaklanıyor olsa da yaşamın her alanını moleküler düzeye kadar zehirleyen bir sistemde bu durumdan emin olamayız. Ancak kapitalizmi ortadan kaldırdıktan ve sağlığı teşvik eden bir toplum kurduktan sonra biyolojik olarak ele alınması gerekenleri görebiliriz. O zamana kadar sosyalistler toplumsal sorunlar için kolektif çözümleri vurgulamalı, bu sorunların bireysel düzeyde bilim insanları ve uzmanlar tarafından çözülebileceği yanılsamasına kapılmamalıdır.

Marksizm ve psikoloji arasındaki çatışma aslında psikoloji ya da akıl hastalığı ile ilgili değildir. Bu çatışma, kapitalizmi, toplumu değiştirme sürecinde bireysel deneyimlerin değiştiği, her şeyi kapsayan bir sosyal ilişkiler sistemi olarak anlamakla ilgilidir.

1980’lerde Polonya’daki işçiler, çalışma çağındaki nüfusun üçte birini kapsayan dünyanın en büyük sendikasında örgütlendiler. Grevler yayıldıkça ve gösteriler arttıkça hastanedeki psikiyatri yatakları işçilerden boşalmaya ve hasta hükümet yetkilileriyle dolmaya başladı. Bunun nedeni, yükselen sınıf mücadelesinin bireysel sorunların kolektif çözümüne kapı açmasıdır.

İşçi sınıfının on yıllar süren geri çekilişi, kolektif çözümlere olan güveni zayıflatmıştır. Sosyalistler de bu cesaretsizlikten muaf değildir. Bireyciliğin ve “bu süre zarfında” bireysel çözümleri savunan reformistlerin “evet-ama” duruşunun hâkim olduğu bir toplumda sınıfsal çözümlerin gündeme getirilmesi son derece zordur. Bu süre zarfında diye bir şey yok. Hayatta kalmamız, sosyalist geleneği işçi sınıfıyla şimdi yeniden buluşturmamıza bağlıdır.

Baskı, kapitalizmin ayrılmaz bir parçasıdır ve kapitalizme karşı sosyalizm mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olmalıdır. Daha iyi çalışma ve yaşam koşulları için mücadele ederken ruh sağlığımızı da geliştiriyoruz. Sınıf dayanışmasını inşa etme sürecinde ruh sağlığını da inşa ediyor, herkesin yeteneklerini harekete geçirmeye ve herkesin ihtiyaçlarını karşılamaya çalışacak sosyalist bir toplumun temelini atıyoruz.

*Bu metin Socialist Worker’da 2 Şubat 2016 tarihinde yayımlanmış ve Y. Can Derdiyok tarafından çevrilmiştir.

İngilizce Metnin Bağlantısı: https://socialistworker.co.uk/socialist-review-archive/marxism-and-psychology/


[1] Orijinal metinde “Mental illness” olarak kullanılmıştır (ç.n.).