Mübeccel Belik Kıray’da Toplumsal Yapı ve Toplumsal Değişme Unsurlarının Sosyolojik Bir İncelemesi | Hilal Kaşık

0
6932

GİRİŞ

Mübeccel Belik Kıray, Türkiye’nin toplumsal değişmesi üzerine odaklanan çalışmalar yürütmüş önemli sosyal bilimcilerden birisidir. Daha çok yapmış olduğu saha çalışmalarıyla tanınan ve bu anlamda da Türkiye’de “nicel sosyoloji” anlayışının gelişmesinde önemli bir rol oynayan Kıray, toplumsal değişme ve gelişmeye neden olan unsurları derinlemesine analiz etmiştir. Bu bağlamda çalışma ve ilgi alanları; Türkiye’nin değişen ve dönüşen toplumsal yapısının yanı sıra; kentleşme, kent politikaları, toplumsal tabakalaşma ve değişmedir.  Bundan dolayı bu alanlara dair çeşitli kitap ve makaleler yazmıştır. ODTÜ, Marmara Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde ve yurtdışında çeşitli üniversitelerde dersler vermiştir. Bunlara ek olarak Kıray, yaptığı araştırmalar ve saha çalışmaları neticesinde “tampon mekanizmalar” “saçaklanma” kavramlarını geliştirmiş ve bu kavramlarla sosyoloji literatürüne önemli bir katkıda bulunmuştur.

Bu çalışmada, Mübeccel Belik Kıray’ın hayatı ve etkilendiği fikir ortamının nasıl olduğuna değinildikten sonra Kıray’ın yapmış olduğu çalışmalarda benimsemiş olduğu metodolojik ve sosyolojik çerçevesinin ne olduğundan bahsedilecektir. Daha sonra Mübeccel Belik Kıray’ın toplumsal yapı, toplumsal değişme, kentleşme, gibi çalışmalarında üzerinde sıkça durduğu konulara ve kavramlara değinilecektir.

1. Hayatı ve Etkilendiği Fikir Ortamı[1]

Mübeccel Belik Kıray, 1923’te İzmir’de doğmuştur. Üç kardeşin en küçüğü olarak dünyaya gelen Mübeccel B. Kıray’ın babası Mehmet Hilmi Belik, Fransa’da mühendislik eğitimi almış bir mühendistir, annesi ise bir dönem öğretmenlik yapmış ev kadınıdır. Lise eğitimini İzmir Kız Lisesi’nden alan Kıray, 1940 yılında bu liseden mezun olmuş ve Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nden ise 1944’te mezun olmuştur. Aynı üniversite ve bölümde eğitimine devam eden Kıray, 1946’da “Ankara Tüketim Normları” başlıklı doktora tezini yazmıştır. O dönem Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde çok önemli isimler görev yapmaktadır. Felsefe Bölümü’nde görev yapan;  Niyazi Berkes,  Mediha Berkes, Behice Boran, Muzaffer Şerif Başoğlu gibi önemli isimler felsefenin yanı sıra sosyal psikoloji, mantık, antropoloji, psikoloji ve toplumbilim dersleri vermiştir. Nitekim Kıray’ın bu akademik ortamdan istifade ettiğini ve onun fikir dünyasında bu çevrenin etkili olduğunu söylemek mümkündür.

Öte yandan o dönemin siyasal ve toplumsal koşullarına baktığımız zaman üniversitelerden tasfiyelerin olduğunu ve kutuplaşmış bir toplumsal yapının olduğunu söylemek mümkündür. Kıray, Türkiye’de doktorasını tamamladıktan bir sene sonra ABD’de Northwestern Üniversitesi’nde ikinci doktorasını yapmak üzere Amerika’ya gitmiştir. Burada da “Dört Farklı Kültür’de Gösterişçi Tüketim” konulu tezini başarıyla savunarak ikinci doktorasını tamamlamıştır. 1950 yılında Türkiye’ye dönen Kıray, o dönemlerde kadro bulmakta sorun yaşamıştır. Kıray’a kadro bulmasının zor olacağı bundan dolayı da bir doçentlik tezi hazırlaması gerektiği söylenir. 1950 ile 1951 yılları arasında “fahri asistanlık” yaparken bir yandan da doçentlik tezi için çalışmalara başlayan Kıray, kendisine başka yollar aramaya çalışır.  Asistanlık görevi yürütülemez hale gelince bu işten ayrılır ve bir dönem kültür müşavirliği ve bir ilaç firmasında reklam konusunda bir işte çalışmak durumunda kalır. Ama Kıray, bu süre zarfında dahi akademik çalışmalarını bırakmamış gerekli olan doçentlik tezi için çalışmalarına devam etmiştir. Bu çalışmalarının sonucunda 1960 yılında doçentlik unvanını almıştır. Akademik hayatın içinde olmayı arzulayan Kıray, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin Sosyal İlimler Bölümü’ne başvuruda bulunur. 1959 yılından 1973 yılına kadar Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde akademisyen olarak çalışır böylece ODTÜ Sosyal İlimler Bölümü’nün gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır. Bunun yanı sıra 1965’te ODTÜ’de Sosyal İlimler Bölümü başkanı olarak hem bu dönemlerde hem de sonrasında pek çok saha çalışmasında bulunmuştur.

Saha araştırmaları noktasında önemli bir isim olan Kıray, 1964 yılında Ereğli: Ağır Sanayiden Önce Bir Sahil Kasabası adlı eserini yayınlar. Kendi alanında ilk olma özelliği taşıyan bu araştırma, özelde Ereğli kasabasını kapsamış olsa da daha genel olarak Türkiye’nin toplumsal yapısında meydana gelen değişim ve dönüşümlerin izlerini okuyabilmek adına önemli bir araştırmadır. Bunun yanı sıra saha araştırmalarına devam etmiş olan Kıray, İzmir kentinde “kentsel örgütlenme” konusu üzerine eğilerek Örgütleşemeyen Kent İzmir başlıklı eserini yayınlamıştır. Bu çalışma, Türk Sosyal Bilimler Derneği’sinin ilk ve en kapsamlı çalışmalarından birisi olma niteliği taşımaktadır. Üç yıl süren bu araştırmayı Kıray, Şerif Mardin, Oğuz Arı, Çiğdem Kağıtçıbaşı, Emre Kongar ve Ruşen Keleş gibi sosyal bilimcilerle beraber yürütmüştür. Buna ek olarak Adana üzerine Jan Hinderlink ile birlikte yürüttüğü araştırma, 1970 yılında Social Stratification as an Obstacle to Development ismiyle yayınlanmıştır.  Bu bağlamda da kentleşme, kent planlama, kent sosyolojisi, toplumsal değişme gibi alanlarda araştırmalar yaparak Sosyal Bilimler alanına önemli katkılarda bulunmuştur. Bütün bunlara ek olarak, 1978 yılında Yalova’nın Taşköprü kasabasında patronaj ilişkilerini anlamaya çalışan bir araştırma yürütmüştür.

Mübeccel Belik Kıray çalışmalarını yalnızca Türkiye ile sınırlı tutmamıştır. Yurt dışına da giderek tanınan önemli bir bilim insanı olmuştur. 1968-1969 yılları arasında İngiltere’ye misafir öğretim üyesi olarak London Schools Of Economics’e gitmiştir. Ayrıca Türkiye’de bir dönem Marmara Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi’nde dersler vermiştir. Çalıştığı süre içerisinde Norveç Bergen Üniversitesi’nde, Kahire Amerikan Üniversitesi’nde, ABD Berkeley Üniversitesi’nde, Zürih Teknik Üniversitesi’nde seri konferanslar vermiştir.

Son olarak yaptığı çalışmalarla ve araştırmalarıyla çeşitli ödüller almıştır. Bunlar;  ODTÜ Mustafa Parlar ödülü, Eskişehir Anadolu Üniversitesi Fahri Doktor unvanı ve Aydınlanma Kadınları ödülüdür. 1994’te Kıray, Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) şeref üyeliğine seçilmiştir. Türkiye’de sosyolojinin üniversitelerde kurumsallaşmasında çok önemli bir rol oynayan ve toplumsal değişmeyi ele alma tarzı ile sosyolojide bir ekol oluşturan Mübeccel Belik Kıray, 1989 yılında emekli olmuş ve 2007 yılında da İstanbul’da vefat etmiştir.

2.Sosyolojik ve Metodolojik Yaklaşımı

Mübeccel Belik Kıray’ın sosyolojik anlayışının şekillenmesinde Ankara Üniversitesi çevresi ve Amerikan Sosyoloji geleneği etkili olmuştur. Üniversite okurken dersler aldığı hocalar ve o dönem tartışılan toplumsal yapıyı açıklamaya çalışan modernleşme paradigmaları onu düşünsel anlamda etkilemiş, nitekim bunlar çalışmalarına da yansımıştır. Örneğin Kıray, dönemin hâkim paradigması olan; toplumsal değişme ve gelişmeyi geleneksel toplum yapısından modern toplum yapısına doğru ilerleyen lineer bir ilişki olarak değerlendiren modernleşmeci teorisinden etkilenmiştir. Fakat Kıray, modernleşmeci paradigmanın ele aldığı temel kesin ayrımları kabul etmemiştir. Çünkü ona göre az gelişmiş toplumsal yapılarda “kategori-dışı” kalabilecek eylemler olabilir. Kıray, toplumsal değişim ve gelişim aşamaların üç şekilde kategorize eder; “sanayi öncesi feodal toplum(lar)”, “sanayiye dayalı modern toplum(lar)” ve bunun ikisinden izler barındıran “geçiş sürecini yaşayan toplum(lar)” (Bulut, 2021:219). Bu tasnife baktığımız zaman Kıray’ın Türkiye’yi bir geçiş sürecinde toplum olarak gördüğünü ve o şekilde değerlendirdiğini söylemek mümkündür.

Sosyal bilimlerde deneyin yerine gözlemin olması gerektiğini belirten Kıray, özellikle de sosyolojik bir araştırmada gözlem yapmanın çok önemli olduğunu vurgulamıştır. Metodolojik yaklaşım olarak; “sosyolojide pozitivist anlayış çerçevesinde ampirik içerik teknikleri benimseyen Kıray, meslek hayatı boyunca yapısal-işlevselci ve evrimci sosyoloji yaklaşımına bağlı kalmıştır” (Kaçmazoğlu, 2017: 387). 1960’lı yıllardan itibaren ampirik çalışmalarla isminden söz ettiren önemli bir sosyal bilimci olan Kıray’ın sosyolojiye bakış açısı şöyledir; Batıcılaşma, modernleşme sürecinin meydana getirmiş olduğu sorunları ele alarak ve üzerine yalnızca kuramsal değil, ampirik çalışmalarla problemin ne olduğunu ortaya çıkarmaktır. Bu bağlamda da Kıray, sosyolojik araştırmaların muhakkak ampirik çalışmalarla desteklenmesi gerektiğine inanmıştır (Kaçmazoğlu, 2017: 412). Ampirik araştırmaların önemine vurgu yapan Kıray, nitekim yaptığı ampirik araştırmalarla Türk sosyolojisine katkı sağlamıştır. Öte yandan Kıray, özgün bir metodoloji anlayışı benimsemeye çalışır. “Bu çerçevede geleneksel altyapı-üstyapı ilişkilerini sorgular ve sadece altyapı alanında uygulanacak birikimin değil, aynı zamanda üst-yapısal alanlarda elde edilecek birikimlerin toplumsal yapı analizlerinde önemli sonuçlar doğuracağı kanaatine varır” (Altun, 2008:607).

Kıray, belirli sosyologlardan etkilendiğini ve sosyolojik ve metodolojik yaklaşımını ona göre inşa ettiğini ifade etmiştir ama kendisine özgü bir kuramsal çerçeve de inşa ettiğini şu sözlerle anlatır;

“İster Marksist analiz yapın, ister Weberian analiz yapın. İkisi de araformları vermezler. Günden geceye değişme nasıl yer alıyor hiç açıklamazlar. Benim derdim bu ara yeri bulmaktır. Ve onun için bu patronaj meselesinin üzerinde duruyorum. Araformlardan ya da tampon mekanizmalardan ilk defa ben söz ettim. Bu ne Weber’dir ne Marx’tır” (Kıray, 2002: 206).

Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, Kıray’ın klasik sosyoloji geleneğinde önemli isimlere eleştiriler yöneltmiştir ve onların eksik bıraktığı bir yönü kendi kavramsallaştırmalarıyla tamamladığını ifade etmek mümkündür. Başka bir deyişle Kıray, daha önce hiç çalışılmamış yerlerde özgün araştırmalar yapan, kavramlar geliştiren özgün bir sosyolog olmuştur. Buna ek olarak kendisini diğer sosyal bilimcilerden ayıran belki de en önemli nokta; toplumsal yapı araştırmalarına yoğunlaşmış olmasıdır (Sınar, 2017: 47).

3. Temel Kuramları ve Kavramları

Mübeccel Belik Kıray’ın temel kuramları ve kavramlarına baktığımız zaman daha çok toplumsal değişim ve gelişme üzerinde durarak ve bu değişimin kent hayatında, aile hayatında ve eğitimde nasıl değiştiğini açıklamaya çalıştığını açıklama yaparken de bazı süreçleri kendi özgün kavramsallaştırmalarıyla desteklediğini görmekteyiz. Bunlara örnek olarak “tampon mekanizmalar” ve “saçaklanma” kavramsallaştırmaları verilebilir.

3.1. Toplumsal Yapı ve Değişim

Mübeccel Belik Kıray’ın Toplumsal Yapı Toplumsal Değişme adlı eseri, Türkiye’nin toplumsal yapısını anlamak açısından önemli bir eserdir. Fakat bu kitapta Kıray, yalnızca Türkiye’nin toplumsal yapısına değinmez pek çok farklı konuyu da bir sosyolog perspektifinden yaklaşarak açıklamaya çalışır.

Toplumsal yapıda meydana gelen değişimlerin neler olduğunu ve bu değişime neden olan temel dinamiklerin nasıl oluştuğuna dikkat çeken Kıray, gelişmeye neden olan her bir unsuru açıklamıştır. Öte yandan değişimin toplumsal hayat içerisinde nasıl deneyimlendiğini ve gündelik yaşam pratiklerine nasıl yansıdığını gözlemleyerek anlatmaya çalışır. Ayrıca Toplumsal Yapı Toplumsal Değişme kitabının “Değerler, Toplumsal Tabakalaşma ve Değişme” başlıklı bölümünde Kıray, Türkiye’de farklı tarımsal çeşitliliği incelemek adına iki farklı köy üzerine araştırma yapmıştır. İki farklı köyün gelişme hızını anlamaya ve açıklamaya çalışan Kıray, sürece etki eden; makineleşme, eğitime yönelik fikirler, ticari ilişiklerdeki farklılıklar, gibi daha pek çok konuyu içeren sorular hazırlayarak toplumsal yapıdaki değişime işaret etmiştir. Örneğin Kıray, “toprak ağlarının” köylünün üzerinde mutlak bir iktidara sahip olduğunu belirtir ve ekler; 1960’lara kadar feodal bir toplumsal yapıyı anımsatan bu sistem, köylülerin toplumsal yaşamının neredeyse her alanına enformel yollarla nüfuz etmiştir (Kıray, 2006: 111). Kıray, 1960 sonrası toplumsal yaşamın değişimlerini gözlemlerken dikkatini çeken hususlardan birinin de “güvencesizlik” sorunu olduğunu düşünür. Değişimdeki farklılığı şu şekilde ifade eder:

“Ortakçılığın ve ağanın köylü karşısındaki sorumluluğunun ortadan kalkması, yaşam standartlarının kötüleşmesi ve uzun süreli güvencesizlik sonucunda, gelişme sürecindeki toplumsal yapıda yeni bir denge ve bütünleşme olanağı sağlamak ve gerginliği azaltmak için tampon mekanizmalar şeklinde yeni ilişki ve kurumlar oluşturmak son derece önemli bir hal almıştır” (Kıray, 2006:114-115).

Bu bağlamda düşündüğümüz zaman güvencesizliğin yaratmış olduğu ortamın sonucunda bireyler kendilerini daha güvende hissedecek mekanizmalar geliştirmeye başlamışlardır. Bunun sonucu olarak da Kıray’ın “tampon mekanizmaları” olarak tanımladığı bu kavramsallaştırma çok önemlidir. Aslında 1962 yılında Ereğli: Ağır Sanayiden Önce Bir Sahil Kasabası adıyla yayımlanmış olan çalışmasında “tampon mekanizmalar” kavramını kullanır. Çünkü bu kavramla, toplumsal değişme sürecinde bireylerin değişimin neden olduğu etkileri minimize etmek adına ara formlar geliştirdiğini ifade eder. Başka bir deyişle, bu kavram, toplumların yeni bir toplumsal düzene nasıl uyum sağlayabildiklerini göstermeye çalışan bir kavramdır. Örneğin, toprak sahibi ile köylü arasındaki ilişki toplumsal değişmeyle beraber köylü-tüccar ilişkisine dönüşmüş ve yeni bir kurum kurulana kadar bu ilişkiler sürmüştür. Bundan dolayı “tampon mekanizmalar” kavramı toplumda değişme aşamasında bir denge unsuru görevi görmüştür (Bulut, 2021: 224). Özellikle de bu kavramı Kıray’ın mevcut toplumsal farklılaşmayı açıklamak adına önem taşımaktadır.

Kıray, Türkiye’nin toplumsal yapısını açıklarken diğer farklı toplumsal ilişkilerden yararlanılması gerektiğinin altını çizmiştir. Öyle ki, Kıray için bir toplumsal yapıyı anlamak ve açıklamanın en iyi yollarından birisi, diğer toplumlarla birer karşılaştırma yapmaktır. Örneğin, sanayileşmiş bir toplumsal yapıya sahip bir toplumla, sanayileşememiş bir toplum arasında pek çok anlamda farklılıklar olacaktır (Kıray, 2006: 117). Bu noktada Bulut’a göre, Kıray; iki temel yaklaşım biçimi belirtir ama bu iki temel yaklaşım biçimin dışında kendini konumlandırmaktadır. Birinci temel yaklaşım; farklı toplumsal sistemlere sahip toplumların aralarında benzerlik değil farklılık taşıyor olmalarıdır. Bu farklılığın en temelinde ise kültürel faktörler, inançlar, yatmaktadır. İkinci temel yaklaşım ise; farklılığın doğayı anlama ve doğayı işleme tarzlarında olduğunu iddia eden yaklaşımdır (Bulut, 2021: 220). “Doğu despotizmi ve ATÜT  diye bilinen açıklama biçimleri bu ikinci yaklaşımı temsil etmektedirler. Kıray bu ikinci yaklaşımı akademik bir açıklama olmaktan ziyade “günün pratiğini yönetecek bir ilke” ve sığ bir açıklama olarak değerlendirir ve üzerinde fazlaca durmaz” (Bulut, 2021: 220-221). Kıray bu iki tür yaklaşımında toplumsal yapının açıklanmasında yeteri kadar işlevsel olmadığını düşünür ve her iki yaklaşımın da eksiklerinin olduğunu ifade eder. Bundan dolayı da genel olarak Kıray’ın çalışmalarına baktığımız zaman sanayileşmiş toplumlarla sanayileşememiş toplumlar arasındaki farklılaşma ve bu farklılaşmanın kaynaklarının neler olduğu konusu önemli bir nokta olmaktadır.

“Kıray’a göre az gelişmiş ülkelerin en temel sorunu, toplumsal yapıyı geri kalmışlıktan kurtarma ve onu gelişmiş bir yapıya dönüştürme konusundaki yetersizliktir” (Bulut, 2021: 219). Bu bağlamda düşündüğümüz zaman toplumsal değişme sürecine etki eden faktörlerin yeterli olup olmaması toplumsal ilerleme için önemli bir adımdır. Öte yandan, Bulut’a göre; Kıray, Türkiye’nin toplumsal yapısını değerlendirirken tarımsal ilişkilerde meydana gelen farklılıklar ve bu farklılıkların sonucunda ortaya çıkan toplumsal sınıfların ve üretim biçimlerinin değişmesini tarihsel bir perspektif ile ele alır (Bulut, 2021: 220). Ayrıca Toplumsal yapı ve değişmeyi tüketim alışkanlıkları üzerinden de okunabileceğini söyleyen Kıray, tüketim alışkanlıklarına bakarak toplumsal farklılaşmanın ne boyutta olduğunun anlaşılabileceğini söylemiştir.

“Her toplumda yeme, içme, giyinme ve barınma gibi zorunlu biyolojik ihtiyaçların karşılanma şekli, o toplumun doğal çevresinin imkanları, teknolojik ve ekonomik durumu ile, toplumsal organizasyonlarının sahip olduğu adetlere, ananelere, kurumlara ve değerlere göre değişir. Eskimoların muz yemeleri veya yemek pişirirken zeytinyağı kullanmaları düşünülemeyeceği gibi, Müslüman ülkelerde domuz tüketimi söz konusu olamaz; Eskimolar’a bu maddeleri reddettiren doğal çevreleri olduğu halde, Müslümanların domuz eti yememeleri dini inançlarından gelir. Polenezyalılar’ın ağaç kabuklarından imal ettikleri kumaşlarda ve Amerika’nın orlon süveterlerinde tayin edici faktör teknolojik gelişmedir. Sinema seyrederek boş zamanlarını dolduran Batılılarla, danslarla ve ziyafetlerle eğlenen Afrikalılar arasında teknolojik ve toplumsal değerlerin etkisi görülür. Kısaca bu farklılaşma, tüketim konusunun her yönünde görülebilir” (Kıray, 2005: 13).

Buradan da anlaşılacağı üzere, toplumsal farklılıklar tüketim alışkanlıklarına da yansımıştır. Belirli bir ürünü tüketip tüketmeme tercihi veya gündelik yaşam pratiklerinde yaptığınız eylemler bile ait olduğunuz toplumun kültürü, inancı, değerleri ve gelişme seyri hakkında bilgi verebilir.

3.2 Kentleşme: Kırdan Kente Göç

Kıray’ın Kentleşme Yazıları adlı eseri, kent hayatına ve kentleşme olgusuna dair çok kapsamlı bir eser olma niteliği taşımaktadır. Kıray bu eserinde, yalnızca kentleşme alanına dair fikir ve görüşlerinden bahsetmemekte aynı zamanda kentleşmenin toplumsal boyutlarına kapsamlı bir şekilde değinmektedir. Örneğin, Türk toplum yapısını etkileyen; siyasal göçler, dış müdahaleler, ekonomik krizler, harpler, milli mücadele yılları gibi süreçlerin üzerinde durarak ve özellikle de Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren toplumsal yapıda meydana gelen değişikliklere odaklanarak çok yönlü bir açıklama yapmaktadır (Kıray, 1998: 7). Nitekim Kıray’a göre, toplumsal değişme, tek yönlü ve hep ileriye doğru bir gelişme göstermez. Zaman zaman ilerlemenin yavaşladığı ve hatta duraksadığı dönemler olabilir. Toplumsal yapıda meydana gelebilecek olan bu değişimler, her kurumda farklı hızlarda gerçekleşebilir. Bundan dolayı da çok çabuk değişen kurumlar olabildiği gibi değişime direnen ve yavaş yavaş değişen kurumlar da olacaktır (Kıray, 1998: 8). Bu bağlamda modern şehirleşme tecrübemize baktığımız zaman iki temel faktör göze çarpar: Birincisi kırdan kente göçen nüfus, ikincisi ise, yeni işyerlerinin kurulmasıdır. Kıray’a göre bu iki önemli unsur birbirleriyle ne kadar dengeli artarsa şehirleşme olgusu da o kadar düzenli olur.  Eğer dengeli bir artış yaşanmaz ise başka bir deyişle, şehirlerdeki nüfus artışı çok fazla olur ve kırdan kente düzensiz bir göç yaşanırsa düzenli bir şehirleşme olgusundan bahsedilemez (Kıray, 1998: 15). Örnek olarak Türkiye’de kırdan kente göçün başladığı yıllarda düzenli bir şehirleşmenin daha kurulamamış olması ve bundan dolayı da ucuz kira, arsa, gibi alternatifler değerlendirilerek şehirler bütünleşmiş fonksiyonel yapılardan ziyade gecekondu olarak tanımlanan yapılar olarak inşa edilmiştir. Bu anlamda da homojen bir yerleşmeden bahsetmek çok zor olmakla birlikte modern bir şehirleşmeden de bahsetmek zor görünmektedir.

Gecekondulaşmanın oluşmaya başlamasıyla toplumsal yapıda belirli değişimler meydana gelmeye başlamıştır. Örneğin, kente göç eden insanlar genellikle evlerinin çok yakınına ya da evlerinin hemen alt katına işyerlerini kurmuşlardır. Bu düzensiz yerleşmeler Kıray’a göre, modern sanayileşmiş şehirlerinkinden çok farklılık göstermektedir. Öte yandan kırdan kente göçün şehirleşme anlamında büyük bir öneme sahip olduğunu belirten Kıray, bu süreci daha iyi anlamlandırabilmek için göç olgusu üzerine yoğunlaşmıştır. Göçe neden olan etkenleri tarımsal üretimde meydana gelen değişimler ve buna neden olan işgücü ihtiyacı olarak tanımlar. Bundan dolayı da Kıray göç olgusunu, üretim ilişkilerinde ve o dönemin toplumsal yapısında doğrudan bir değişime neden olan bir unsur olarak görür. “Nitekim göç nedeni olarak % 52 toprak yitimi ve % 22 işsizlik gösterilmektedir. Bu oranlar kırsal çevrede insan toprak ilişkilerinin temelde değişmekte olduğunu “köylü”lerin artık köylü olmadıklarını ve olayın dönüşü olmayan bir süreç niteliği taşıdığını ortaya koymaktadır” (Kıray, 1998: 96).

Kıray, 1962 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde bir araştırma yürütmüştür. Kente göç eden insanların yeni toplumsal sınıflarının neler olduğunu ve hangi işlerde ne kadar işçi çalıştığını ortaya koyan bu çalışma, kırdan kente göçün bir sonucu olarak ortaya çıkan işlerin neler olduğunu açığa çıkarmıştır. Nitekim araştırma sonuçları şu şekildedir;  “%20’si becerili işçi, %10’u düz işçi, %3’ü beyaz yakalı ve geri kalanı da “diğer” olarak sınıflandırılmıştır. “Diğer” kategorisi gezici satıcıları, çeşitli eşya onarıcılarını, ayakkabı boyacılarını ve benzeri işlerle uğraşanları içermektedir” (Kıray, 1998: 97). Bu sınıflamanın ardından Kıray, bu sonuçların tam anlamıyla sanayileşmiş bir toplumdan çok uzak olduğunu ifade etmektedir. Başka bir deyişle Kıray’a göre, “bütün bu uğraşlar, gereğince sanayileşmiş bir düzenin değil, fakat kesinlikle modern ile feodal kentsel iş yapısının çapraşık birleşimidir” (Kıray, 1998: 97). Dolayısıyla bir kentsel dönüşümden bahsedilse de bu dönüşümün sanayileşmiş toplumlarınkinden çok farklı bir biçimde gerçekleştiğini söylemek mümkündür. Kente göç edenlerin eğitim düzeyleri, gelirleri, kültürel özellikleri üzerinden oluşan bir “sosyo-ekonomik tabakalaşma” türü olduğunu ifade eden Kıray, kırdan kente göç eden bu kişilerin toplumsal yapı içerisinde tam anlamıyla dahil olamamaları ya da toplumun diğer gruplarıyla tam olarak bütünleşememelerinin sebeplerinden bir tanesini sistemin kendilerine yeterince fırsat alanları yaratamamış olmasından kaynaklı olduğunu düşünür (Kıray, 1998:99). Nitekim kente göç eden insanların edindikleri işler de kendi eğitim ve kültürel çevreleriyle doğrudan ilişkilidir. Fakat kent hayatına bir an önce entegre olabilmek adına okuryazar oranında bir artışın da yaşandığını söylemek mümkündür. Örneğin, “gecekondu bölgelerinde okuryazar oranın %70 olması, kırsal kalıplardan dinamik bir biçimde kurtulmak ve kentsel çevreye uymak için harcanan bireysel çabaları yansıtmaktadır” (Kıray, 1998:100). Kıray’a göre, kentte oturan gecekondululara yeteri alanlar açılabilseydi eğer daha yüksek eğitimli işlerde yer almak adına çaba sarf etmeye hazırlardır (Kıray, 1998:100). Fakat böyle bir çaba oluşmadığı ya da nispeten çok az olduğu için Kıray’ın bahsettiği ölçüde bir değişiklik yaşanamamıştır. Ayrıca Kıray, Kentleşme Yazıları eserinde gecekondulaşmanın sosyal psikolojik boyutuna da dikkat çeker. “Kırsal tarımsal yapıdaki değişme ile kentsel endüstriyel yapıdaki değişme arasındaki hız farkı yüzünden kentlere yığılmış, üretici olmayan, küçük hizmet işlerinde çalışıp çok az bir geliri bulunan büyük yığınların gerek çalıştıkları işte, gerekse kazandıkları küçük gelirde hiçbir güvenlikleri yoktur” (Kıray, 1998:102). Kıray’a göre, güvensizlikten kaynaklı kırsal alandan göç eden kişilerin yaşadığı en baskın duygularından biri korku olmuştur. Bu korku daha çok güvenlik ve barınma gibi ihtiyaçlardan kaynaklanan ve insanları endişeli ve kaygılı bir duruma iten bir hal almıştır. Bundan dolayı da korku duygusunu bastırabilmek adına çeşitli sosyal mekanizmalar geliştirmişlerdir. Örneğin, yerleştikleri yerde daha çok akrabalarının ve tanıdık kişilerin olmasına dikkat etmek veya zaman zaman geldikleri köyü ziyarete gitmek gibi bir sosyal mekanizmalar geliştirmişlerdir (Kıray, 1998:102). Öte yandan Kıray, “saçaklanma” kavramı üzerinde durur. Ona göre sanayi tesislerinin şehir merkezlerinin dışarısına taşınmasıyla yeni bir metropoliten alan oluşmuştur. Bu alan pek de planlı olmayan farklı sanayi kuruluşlarının ve yerleşim yerlerinin düzensiz inşası ile kurulmuştur. Bundan dolayı da Kıray, mekânsal dönüşümü “saçaklanma” kavramıyla anlatmıştır (Kaçmazoğlu, 2017: 403).

3.3 Ereğli Çalışması

Mübeccel Belik Kıray’ın daha önce de belirttiğimiz gibi toplumsal yapı analizlerinde en çok üzerinde durduğu konulardan birisi, kentleşme ve bunun doğurduğu sonuçlardır. Bunun sebebinin tesadüfi değil bilinçli olmasının sebebi elbette dönem itibariyle yaşanan toplumsal değişmedir. Bu yüzden Kıray, Ereğli’de kurulacak olan Demir-Çelik fabrikasının nasıl bir toplumsal değişim ve dönüşüm yarattığını anlamaya çalışır. O dönemin toplumsal yapısını anlayabilmek adına mülakatlar ve anket yöntemini kullandıklarını belirten Kıray, planlı bir araştırma süreci yürüttüklerini de ifade eder. Ereğli: Ağır Sanayiden Önce Bir Sahil Kasabası başlıklı kitabında araştırma verilerini ve bu süreci nasıl gerçekleştirdiklerini detaylı bir şekilde anlatan Kıray, araştırmaya dair gözlemlerini şu sözlerle açıklar; “Bugün izlenen Ereğli yüz yıllık kömür işletmeciliğinin buraya has işletme tarzı, Türkiye’nin bütününün geçirdiği sosyal değişmeler, kasabanın dışarı ile ilişkisini sağlayan ulaşım ve kitle haberleşme araçları ile bu koşulların getirdiği nüfus hareketlerinin bir birleşimidir” (Kıray, 2000: 270). Bu bağlamda düşündüğümüz zaman Kıray’ın Ereğli çalışması, Türkiye’de yaşanan toplumsal değişim ve dönüşümünün bir sahil kasabasında nasıl deneyimlendiğini anlayabilmek açısından önemli bir araştırmadır.

“Ereğli’nin nüfusu son derecede hareketli, dışarıya açılmış davranış ve kavramlarında büyük şehir özellikleri taşımaya başlamış bir nüfustur. Bu nüfusun yüzde sekseninden fazlası Türkiye’nin diğer yöreleri ile özellikle İstanbul gibi iki milyon nüfusu olan büyük şehirle teması olan, yarısına yakın bir kısmı dışarıdan gelip buraya yerleşmiş bulunan ve buna karşılık yerli ailelerden yarısından fazlasının Ereğli dışına göç etmiş üyeler bulunan çok hareketli bir gruptur” (Kıray, 2000:271).

Yukarıdan da anlaşılacağı üzere Ereğli, değişime ve dönüşüme açık olmasının yanı sıra diğer şehirlerle de kurduğu ilişkiler bakımından statik değil dinamik bir şehirdir. Bu anlamda düşündüğümüz zaman kentsel alandaki birtakım değişimlerin yanı sıra toplumsal alanda aile, iş düzeni, eğitim, toplumsal cinsiyet, sosyal ve kültürel ilişkiler gibi pek çok farklı konuları eserlerinde dile getiren Kıray, Seçme Yazılar adlı eserinin Türkiye’de Aile ve Kadın başlıklı bölümünde de makalenin amacını şöyle ifade eder: “Bu makalenin amacı, küçük bir Karadeniz kasabası olan Ereğli’de değişen aile içi ilişkilerinin benzer bir analizini yapmaktır” (Kıray, 1999:106).[2] Toplumsal değişimin en çok etkilerinin görüldüğü alan olan aile üzerine gözlemlerini aktaran Kıray, değişimin nasıl olduğunu anlatmıştır. Öyle ki, ailedeki değişimler ve dönüşümler bazı noktalarda çok hızlı bazı noktalar da ise çok yavaş değişmektedir.

Aile yapısındaki değişimleri açıklarken bazı kavramsallaştırmaların yetersiz kalacağını ifade eden Kıray, mevcut değişen aile yapısı ile daha önceki geleneksek aile yapısı arasındaki ilişkiyi analiz etmenin önemli olduğunu vurgulayarak sürece etki eden birçok faktörün olduğunu belirtir (Kıray, 1999:107). Kıray, aile üzerine odaklanırken değişim sürecinde özellikle kadınların rolüne dikkat çeker: “Kadınların, özellikle de annelerin, değişen bir toplum içinde aileyi bu değişime uyarlama ve entegre etme hizmeti görürken aile içi ilişkilerde de yumuşak bir geçişin sağlanması yolunda tampon işlevler üstlendiği söylenebilir” (Kıray, 1999:107). Nitekim aile halkının aralarında deneyimlenen farklılıklar “aile içi” ve “aile yapısı”ndaki değişimler açısından önemli veriler sunmaktadır.

“Annenin babanın evlenmiş erkek çocuklar ve bunların karılarının, evlenmemiş kız ve erkek çocukların tek bir birim içinde bir arada yaşadığı babasoylu geniş birleşik ailenin karakteristik kompozisyonu ve işlevi, incelenen tüm hanelerin yalnızca 9’unda gözlemlenmektedir. Ancak ailelerin yüzde 27.5’inin halen, klasik babasoylu geniş aileye tamamen uymasalar da bu yapı etrafında çeşitlemeler arz ettikleri söylenebilir. Anne-baba ya da sadece babanın geleneksel iktidarı, erkek çocuğu aile reisliği rolünü açıkça kabullenmesi karşısında gerilemiştir. Böyle ailelerin formu, demografik faktörlerle çarpıtılmış olarak geleneksel babasoylu aile tipini andırsa da aile içi iktidar ve otoriteye ilişkin daha ayrıntılı gözlemler kişiyi, bu tip ailelerdeki işlev ve karşılıklı ilişkilerin aslında yeni bir düzenin varlığına işaret ettiği sonucuna götürebilir” (Kıray, 1999: 107- 108).

Bu bağlamda düşündüğümüz zaman toplumsal değişmenin önemli bir alanı olan aile kurumunun değişme ve gelişme sürecinde bazı fonksiyonlarında farklılıklar olduğunu söylemek mümkündür. Öte yandan Kıray’ın da belirttiği gibi babasoylu bir sistem başka bir deyişle ataerkillik her ne kadar baskın bir şekilde kendini gösteriyor gibi görünse de daha derinlemesine incelemeler yapıldığında değişen farklılığın izlerini görmek mümkün olmaktadır. Bu değişim dinamiklerinden bazıları; babanın küçük yaşlarda çocuğu kendi işinde çalışmaya başlatarak bir meslek öğrenmesini amaçlayan girişimlerin erkek çocuğun büyüdükçe ekonomik bağımsızlığını kazanabileceği başka işleri tercih etme olanaklarını kısıtlar. Bu durumda belirli bir olgunluğa erişen genç, babasıyla bir çatışma yaşar. Çünkü şimdiye kadar devam eden geleneksel rollere karşı çıkmıştır. Bunun yanı sıra aile hayatı içerisinde şekillenen bazı kalıplar daha sonra evlenme gibi bazı faktörlerden dolayı değişime uğramıştır. Başka bir deyişle evlenen kadınlar ya da erkekler artık daha çok kendilerinin olduğu bir aile düzeni kurmakta geleneksek aile düzeni kalıplarını kırmaya başlamaktadır. Bu noktada da bazı “sapma” veya “kriz” anları ortaya çıkmaktadır çünkü geleneksek rollere karşı çıkan yeni gençler, zaman zaman aile içinde çatışma yaratmaktadır. Bu çatışma ise daha çok baba oğul arasında gerçekleşmektedir bu noktada da değişime en çok direnen kısmın baba olduğunu söylemek mümkündür. Bu bağlamda Kıray, annenin bu çatışma içerisinde bir tampon rolü olduğunu ifade eder. Sorunu çözebilmek adına yollar arayan anne çatışmayı durdurucu bir rol üstlenir. Öte yandan yaptığı görüşmelerde özellikle de evlenmeyi planlayan gençlerin kendilerine ayrı bir ev kurma fikirlerinin temelinde yatan unsurların önemli olduğunu söyleyen Kıray, bu unsurları; gelin kaynana çatışması, baba-oğul çatışması arasında gidip geldiğini ifade eder (Kıray, 1999:109-110-111).

Kıray’ın Ereğli çalışmasında yaptığı gözlemlerden hareketle toplumsal cinsiyet rollerinde zamanla farklılıkların göründüğünü bunun özellikle de eğitim alanın da olduğunu ifade etmiştir.  Başka bir deyişle, “toplumsal roller zamanla yakınlaşmıştır. Erkek çocuklarına duyulan güven azalmış kız çocukları etkin bir role bürünmüştür. Aile eğitime önem vermektedir. Çocuklarının geleceklerine yön vermek istemesi, kendi bulunduğu durumdan daha iyi olmasını istemesi ile alakalıdır” (Demirhan, 2019 93). Eğitim anlayışındaki farklılık yalnızca erkek çocuklarla sınırlı kalmamıştır. Kız çocuklarının da eğitime dahil olmasını ve okumasını istemektedirler. Bunun sonucunda da geleneksel toplumsal cinsiyet rollerinde değişimler olmaya başlamıştır.

Sonuç olarak, toparlayacak olursak; kentleşme ve sanayileşmenin neden olduğu pek çok değişim mevcuttur. Kentleşme bir toplumsal olgu olarak ele alındığında toplumsal yaşamın birçok alanını etkilemiştir. Aile, bireysel ilişkiler, çalışma hayatında meydana gelen değişimler, eğitim alanındaki gelişmeler gibi daha pek çok alanda değişim ve dönüşümler meydana gelmiştir. Mübeccel Belik Kıray, Ereğli: Ağır Sanayiden Önce Bir Sahil Kasabası eserinde hem Kentleşme Yazıları adlı eserinde hem de Seçme Yazılar adlı eserlerinde yukarıda değindiğim gibi sanayileşmenin doğurmuş olduğu etkilerin ve kentsel hayata entegre olabilme çabalarının toplumsal, kültürel, tarihsel pek çok yönü üzerinde durarak kapsamlı bir açıklama yapmıştır.

 3.4. Türkiye’de Sosyal Bilimler

Mübeccel Belik Kıray, Toplumsal Yapı Toplumsal Değişim isimli kitabında değindiği önemli konulardan bir tanesi Sosyal Bilimlerin öneminin ne olduğunu anlatan yazısıdır. Ona göre sosyal bilimler, ait oldukları toplumun birer parçasıdır (Kıray, 2006: 22). Gelişmiş ülkeler ve az gelişmiş ülkeler arasında bir ayrım yapan Kıray, sosyal bilimler alanında değişim ve dönüşüm geçirebileceğini ifade ederek zamanla sosyal bilimlerin de kendisini yenileyebileceğini söylemiştir. Bu bağlamda düşündüğümüz zaman Kıray, Türkiye için 1960’lı yıllarının önemini vurgular. Çünkü Kıray’a göre, bu yıllarla beraber değişimi takip etme ve hatta kontrol etme imkanına sahip olan Türkiye, sosyal bilimler alanında eğitim almış ve bilimsel bilgi üretmede rol oynayabilecek uzmanları yetiştirebilmek adına o dönemler de kurulan Planlama Teşkilatlarının rolüne dikkat çekmiştir (Kıray, 2006:30). Öte yandan “bilimsel” bir sosyal bilimin gelişim aşamasındaki dinamiklerin neler olduğuna dikkat çeken Kıray, planlama teşkilatının buradaki rolüne şu sözlerle dikkat çeker: “Kuşkusuz planlama teşkilatlarından ve dış değişim ajanlarından gelen talep ve bunlar tarafından çeşitli ampirik verilerin kullanılması veya ampirik araştırmanın başlatılması, sosyal bilimlerin genel olarak toplumda meşruluk kazanması ve kurumsallaşması yönündeki ilk önemli adım olarak kabul edilebilir” (Kıray, 2006:30). Buna ek olarak, Kıray’a göre; bu konulara zaman ayrılması ve üzerinde çalışmalar yapmak adına yerli ve yabancı sosyal bilimcilerin istihdam edilmesi ampirik bir sosyal bilimin Türkiye’de gelişmesi ve kullanılması anlamında büyük bir gelişimdir (Kıray, 2006: 30).

1960’lı yılların ardından modern araştırmalarla daha çok ilgilenilmesi adına belirli mesleki örgütlenmeler oluşmuştur.  Bu örgütlenmeler belirli alanlarda araştırmalara destek olarak sosyal bilimlerin daha çok güncel meseleleri ile ilgilenerek kitaplar yayınlanmasında önemli bir görev üstlenmiştir (Kıray, 2006: 31). Bu dönem yoğunlaşılan temel konulara baktığımız zaman daha çok toplumsal yapıda meydana gelen hızlı değişimlerin üzerinde durulduğunu söylemek mümkündür. Değişimi açıklamak adına tek bir ülkeyi merkeze alarak yapılan değerlendirmeler olduğu gibi her ülkenin kendi toplumsal değişimlerinin farklılık gösterdiklerini ve tek bir açıklama ile ifade edilemeyeceğini düşününler de vardır. Nitekim Kıray, toplumsal değişimi açıklama noktasında şu fikirdedir:

         “Belki Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere’deki toplumsal yapı, sabit olarak kabul edilebilir. Ancak değişimin tüm referans düzlemlerini paramparça ettiği toplumlarda bu olgu, araştırma problemlerinde, tekniklerinde ve teorilerde, ayrıca üniversitelerdeki öğretim faaliyetlerinde mutlaka hesaba katılmalıdır; gelişmekte olan ülkelerde, sosyal bilimler alanında şu anda gerçekleşmekte olan da budur. Yakında bu tür ülkelerin, gözlem teknikleri ve toplumsal değişim ve gelişmenin yorumlanması konusunda, sosyal bilimlere önemli katkılar yapacağını söyleyebiliriz” (Kıray, 2006: 35).

Türkiye’de 1960’lı yıllar sosyolojinin konumu açısından önemli yıllardır. Hem Devlet Planlama Teşkilatı’nın rolü hem de yapılan araştırmalar ve dış kaynakların talepleri Türkiye’de kurumsal bir sosyoloji geleneğinin oluşmaya başlaması açısından önemli olmuştur (Kıray, 2006: 41). Bunun yanı sıra Türk Sosyal Bilimler Derneği gibi araştırmacılara destek olan dernekler kurulmuştur. Kurulan bu ve benzeri dernekler yardımıyla ders kitapları hazırlanmış, ulusal ve uluslararası seminerler verilmiştir. Bundan dolayı da Türkiye’deki sosyal bilimler alanında özellikle de sosyoloji alanında ilerlemeler ve gelişmeler yaşanmıştır.  Kıray’a göre, 1970 yılında Türk Sosyal Bilimler Derneği ile Nüfus Etütleri Enstitüsü’nün birlikte düzenlediği “Türkiye’de Sosyal Bilimlerin Gelişmesi” semineri sosyolojinin Türkiye’de tanınması ve gelişmesi noktasında atılmış çok büyük bir adımdır (Kıray, 2006: 42). Bütün bunların yanı sıra Kıray, gelişmelerin yaşanmaya devam ederken zaman zaman da bazı problemlerin ortaya çıktığını belirtmiştir.

“Örneğin, metropoliten ülke sosyologlarının Türkiye’deki akademisyenler ile işbirliği yapmak istemeleri ve bu işbirliğindeki tutumlarından doğan sorunlar ilk akla gelenlerdendir. En uzman akademisyenlere teklif edilen araştırma yardımcılığı görevi, bu uzmanların yaptıklarına ve yazdıklarına sahip çıkma gayretleri ya da doğrudan doğruya akademik olmayan amaçlar için veri toplama istekleri, karşılaşılan güçlüklerin birkaçı idi” (Kıray, 2006:42).

3.5. Araştırma Sürecinde Dikkat Edilecek Hususlar

Toplumsal Yapı Toplumsal Değişme isimli kitabının “Toplum Bilgi ve Türkiye” adlı bölümünde Kıray, 1980 sonrası Türkiye’nin siyasal düzen, ekonomik gelişmeler ve eğitim alanındaki düzenlemelere dikkat çekerek Türkiye’nin “yarı-gelişme” aşamasında bir toplum olduğunu ifade etmektedir. Bunun yanı sıra, sosyolojinin de gelişmesi bakımından bu tarihsel süreç geçerlidir. Öte yandan Kıray, Türkiye’deki bazı üniversitelerinin diğer kurumlara göre gelişme ve değişime açık olma noktasında daha ileri bir yerde konumlandığını ifade etmiştir. Bu noktada da sosyolojinin gelişmesinde ve ilerlemesinde üniversitelerinin önemine dikkat çekerek nispeten daha yavaş gelişen diğer kurumsal yapıların ortalama ilerleme düzeyini aşağıya çektiğini düşünmektedir (Kıray, 2006: 43-44). Bunlara ek olarak Kıray, 1980 yılı sonrasında sosyolojinin yalnızca üniversitelerde bir alan olarak okutulmadığını farklı alanlarda da sosyolojinin kullanıldığını şu şekilde ifade etmiştir:  “Artık yalnız özel ya da resmi planlama büroları değil, gazeteler gibi kitle haberleşme çevreleri ya da yatırımcılar da hem sosyolojik bilgi kullanmakta hem özgün bilgi üretmekte hem de sosyolog istihdam etmektedir” (Kıray, 2006:45). Dolayısıyla sosyolojik bilgiye ihtiyaç artık belirgin bir hale gelmiş ve sosyologlara ihtiyaç duyulduğu anlaşılmaya başlanmıştır.

Sosyal bilimlerde araştırma yaparken dikkat edilmesi gereken bazı kurallar vardır. Bu kurallara uymak araştırma öncesinde ve sonrasında önemli bir husustur. Bir araştırmanın derinliğinin olmasının çok önemli bir nokta olduğunu belirten Kıray, anlamlı sonuçlar elde etmenin yolunun kapsamlı bir bilgi birikiminden geçtiğini ifade eder. Kıray, dönemin toplumsal, ekonomik, sosyal yapısında meydana gelen birtakım değişimlerin sonucunda sosyal bilimcilerin ilgi alanlarının o dönemki problemlere yöneldiğini fakat araştırmacıların bir konu üzerine eğilirken o konuyu etkileyen etmenlerin neler olduğu üzerinde derinlemesine bir inceleme yapmadıklarından yakınır. Örneğin, birikimsiz bir sosyoloğun başka bir deyişle, kendi kültürel kodlarının neler olduğunu yeterince bilmeyen bir sosyoloğun dönemin ihtiyaçlarına göre bir konuda derinlemesine analizler yapmasının çok zor olduğunu söylemek mümkündür.

Kıray’ın, dönemin toplumsal koşullarının neler olduğunu iyi gözlemleyebilen bir sosyolog olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin, TRT’de yayınlanan bir gecekondu programını şu sözlerle eleştirir: “Çok kısır ve sudan! İnsan ne diyeceğini anlamıyor. İşte bir gecekonduyu gösteriyor bu diyor köyden geldi, ama toprağına bağlı onu bırakmadı diyor. Bunu da bir akademik çevre adına, Doç. Dr. filan diye söylüyor. Utanılacak şey! Bunlar olmaz!” (Kıray, 2006:49). Bundan dolayı Kıray, toplumsal değişme içerisinde önemli bir olgu olan kentleşme olgusunu tek yönüyle değerlendirilmesine karşı çıkarak kırdan kente göçe neden olan unsurların neler olduğu, insanların niçin göç etmek zorunda olduğu veya yeni kentlerde nerelerde ve nasıl yaşamaya çalıştıklarının üzerinde durulmamasını eleştirmiştir. Öte yandan toplumsal bir olguyu gözlemlemenin pek çok yolu olduğunu ve hiçbir zaman tek yönlü bir açıklamanın mümkün olmadığının altını çizmiştir.

Günümüzde yürütülen bazı araştırmalar aslında araştırma sorusuna yanıt verecek doğru bir araştırma metodu ile yapılmamaktadır. Bunun sonucu olarak da meydana gelen bazı araştırmaların güvenirliliği ve geçerliliği konusunda bazı şüpheler oluşmaktadır. Bu noktada Kıray, kendi gözlemlediği bir probleme dikkat çeker. O problem şudur: örneğin, aile üzerine bir araştırma yapacaksınız hemen gidip bir anket formu hazırlayıp ondan sonra gidip çok az kişiye bu soruları yönelterek bir araştırma yapmış olmazsınız. Öte yandan, Kıray, köy üzerine araştırma yapmayı planlayan araştırmacıların geçerli nedenleri olmadan köye gidip çok kısa bir zaman orda kaldıktan sonra bir köy monografisi yazamayacaklarını ifade eder. Çünkü ona göre, her şeyden önce genel bir gözlem yapmak çok önemlidir. Bu gözlem ise sizin çalışma yapmak istediğiniz disiplinin bilgi birikimi ile zenginleşecek ama yalnızca kendinizi çalışma yapacağınız alanla sınırlandırmayıp sosyal bilimlerin farklı alanlarından da muhakkak istifade etmelisiniz. Bu bağlamda da Kıray’ın üzerinde en çok durduğu disiplin; tarih, tarih bilmeden iyi bir araştırma yapmanın zor olduğuna dikkat çekerek tarihin önemini vurgular (Kıray, 2006:54).

Ampirik araştırmanın önemine vurgu yapan Kıray, araştırma sırasında dikkat edilmesi gereken unsurlardan bahseder. Örneğin, “soru kağıdı ile çalışırken, ilginç, işaret edici, yol gösterici hakikaten bilgi üretici sorular sormaya gayret edin. Yani “babanın yaşı, annenin yaşı, mesleği ne, nerede oturuyorsunuz”la bilim olmaz yeni bilgiler üretilmez (Kıray, 2006: 58). Başka bir deyişle, Kıray’a göre bilimsel bir araştırma yapmak için daha araştırmanın en başından hangi soruları sormanız gerektiğine karar vermelisiniz. Bu karar verme aşamasında da daha kapsayıcı sorular sormaya özen göstererek ve bir araştırmacı olarak iyi bir gözlem yaparak araştırma verilerinizi toplamalısınız. Bununla birlikte Kıray’ın araştırma sürecinde ısrarla üstünde durduğu husus, toplumsal değişim üzerine bir araştırma yapmayı planlayanların bunun yalnızca tek yönlü bir açıklamadan ibaret olamayacağını bilmeleri ve dolayısıyla da onu etkileyen başka unsurların muhakkak bulunduğunu göz ardı etmemeleri gerektiği yönündeki tavsiyesidir.

Sonuç

Bu çalışma da esas olarak Mübeccel Belik Kıray’ın toplumsal yapı ve değişme hakkındaki fikirlerinin neler olduğu, II. Dünya Savaşı sonrası Türkiye’nin değişen toplumsal yapısını nasıl açıkladığı ele alınmaya çalışılmıştır. Esas olarak “Toplumsal Yapı Toplumsal Değişme” kitabına odaklanılmaya çalışılsa da bu eserinde değindiği pek çok konuyu diğer kitaplarından da okumalar yaparak açıklamaya çalışılmıştır. Başka bir deyişle, toplumsal değişmeyi çok boyutlu yorumlayan Kıray’ın diğer çalışmalarına da atıfta bulunarak toplumsal yapıda meydan gelen değişim ve dönüşümlerin neler olduğuna değinilmiştir. Öte yandan Kıray’ın Türkiye’de ampirik araştırmalarda önemli bir sosyolog olması nedeniyle araştırma sürecinde nelere dikkat edilmesi gerektiğine dair tavsiyeleri içeren bir bölümün yanı sıra Türkiye’de sosyal bilimlerin gelişmesinin neden bu kadar önemli olduğuna dair temel sorulara da yanıt aranmaya çalışılmıştır. Fakat Kıray’ın çok üretken ve çalışkan bir sosyal bilimci olması nedeniyle bütün çalışmalarına burada tek tek değinmek pek mümkün olmamıştır. 

Sosyolojik çalışmalarında yapısal-işlevselci yaklaşımı kullanan Kıray, toplumsal yapıda meydana gelen değişime neden olan pek çok unsuru özenle açıklamaya çalışmıştır.  Bunun yanı sıra Ankara Ekolü’nün fikirsel hayatında önemli bir noktada durduğu gibi bilimsel gözlemlerinde de 19. yüzyılın metodolojik yaklaşımı hissedilir. Nitekim yapmış olduğu saha çalışmalarında ve yayınlamış olduğu eserlerde bunu görmek mümkündür. Mübeccel Belik Kıray’a yöneltilen bazı eleştiriler olsa da genel olarak Kıray’ın Türk sosyolojisine yapmış olduğu katkılar ve çalışmalar göz ardı edilemeyecek kadar önemlidir.

KAYNAKÇA

Altun, F. (2008). Mübeccel Belik Kıray’dan Bize Kalan. Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, 6(11), 587-610.

Belik Kıray, M. (1998). Kentleşme Yazıları. İstanbul: Bağlam Yayınları.

Belik Kıray, M. (1999). Seçme Yazılar. İstanbul: Bağlam Yayınları.

Belik Kıray, M. (2000). Ereğli: Ağır Sanayiden Önce Bir Sahil Kasabası. İstanbul: Bağlam Yayınları.

Belik Kıray, M. (2002). Hayatımda Hiç Arkaya Bakmadım. İstanbul: Bağlam Yayınları.

Belik Kıray, M. (2005). Tüketim Normları Üzerine Karşılaştırmalı Bir Araştırma. İstanbul: Bağlam Yayınları.

Belik Kıray, M. (2006). Toplumsal Yapı Toplumsal Değişme . İstanbul: Bağlam Yayınları.

Bulut, Y. (2021). Türk Sosyolojisinin Kısa Tarihi. İstanbul: Alfa Yayıncılık.

Demirhan, S. H. (2019). Mübeccel Belik Kıray’da Toplumsal Değişme ve Sosyal Sermaye. Konya: Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Ana Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi.

Kaçmazoğlu, H. (2017). Mübeccel Belik Kıray’ın Sosyolojik Görüşleri Üzerine. Sosyoloji Konferansları, 1, s. 358-412.

Kongar, E. (2016). Mübeccel Belik Kıray. E. Kongar içinde, Türk Toplumbilimcileri 1 (s. 421-447). İstanbul: Remzi Kitabevi.

Sınar, H. (2017). Mübeccel Belik Kıray Sosyolojisinde Toplumsal Yapı Anlayışı. İstanbul: İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uygulamalı Sosyoloji Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi.


[1] Bu kısım, Emre Kongar’ın Türk Toplum Bilimcileri 1, (İstanbul: Remzi Kitabevi 2016: 423-425) ve Yücel Bulut’un Türk Sosyolojisinin Kısa Tarihi, (İstanbul: Alfa Yayıncılık 2021:208-228) kitabından faydalanılarak oluşturulmuştur.

[2] Ereğli Karadeniz kıyısında küçük bir kasabadır. Bu çalışmada kullanılan materyalin toplandığı 1962 yılındaki nüfusu 8.815’dir. İlçe merkezidir. Ayrıca taşradaki önemli kömür madeni alanları içerisinde ikincil bir merkezdir ve bir kömür limanı işlevi görür. Ancak tüm bunlardan daha da önemlisi çevresindeki kırsal alandan gelen tarımsal artık ve köylüler ve kasabalılar arasındaki başka çok amaçlı ilişkiler için bir mübadele akışı sağlar. Bu makalede kullanılan malzeme çeşitli tekniklerle elde edilmiştir. Bunlar arasında hane reisleriyle yapılmış, kasaba hayatının çeşitli yönleriyle ilgili 484 sorudan oluşmuş bir anket de vardır ve hane kompozisyonu ile ilgili bilgiler bu anketten alınmıştır.