Hegel ve Marx’ta Sivil Toplum Kavramının Karşılaştırmalı Analizi | Kaan Eroğuz

0
3637

Özet

1970’li yıllardan itibaren akademik çevrelerde sıkça başvurulan bir kavram olarak canlanan, 1990’lı yıllardan itibaren ise dilin gündelik kullanımında da hızla yaygınlaşan sivil toplum kavramı, siyasal düşünceler tarihinde oldukça köklü bir geçmişe sahiptir. Tarihsel süreç içerisinde birbirinden farklı düşünürler tarafından farklı bağlamlar üzerinden ele alınan sivil toplum kavramı, post-modern dönemde artan kimliklerin ve farklı sosyal grupların toplumsal hareketliliğine bağlı olarak popülerleşmiş, bu hareketliliğin yaşandığı mekânsal uğrak olarak önemini arttırmış, özellikle Soğuk Savaş sonrası yükselen demokratik-çoğulcu anlayışa bağlı olarak devlet karşısında bir özgürlükler alanı olarak yorumlanmıştır. Kavramın günümüzdeki anlamlarını besleyen, içeriğini zenginleştiren yorumlar ise siyasal düşünceler tarihi içerisinde hayli doygun bir literatür sunmaktadır. Biz bu çalışmamızda sivil toplum kavramını, siyasal düşünceler tarihinin iki önemli düşünürü olan Hegel ve Marx üzerinden incelemeye çalışacak, onların sivil toplum kavramını ele alışlarını inceledikten sonra karşılaştırmalı bir analiz sunmaya çalışacağız.

Anahtar kelimeler: sivil toplum, hegel, marx, devlet, özgürlük

Sivil Toplum Kavramının Tarihsel Gelişimi

İki kutuplu dünya düzeninin sona ermesi ve neo-liberal düşüncenin hakim paradigma olarak genel kabul görmesiyle sıkça kullanılmaya başlanan sivil toplum kavramı, siyaset felsefesi tarihinde hayli köklü bir geçmişe sahiptir. Farklı tarihsel uğraklarda, farklı düşünürler tarafından farklı bağlamlarda ve hatta kimi zaman birbirlerine karşıt anlamlarda tanımlanan sivil toplum kavramı, özellikle 18. yüzyıl ile birlikte kapitalist topluma içkin bir özellik olarak ortaya çıkan siyasal alan-ekonomik alan ayrışmasının bir yansıması olarak devletin karşısında konumlanan bir özgürlükler alanını ifade etmeye başlamıştır.1

18. yüzyıla gelinceye kadar sivil toplum kavramına bakışta devlet-sivil toplum birlikteliğinin hakim olduğu bir anlayışı görebilmek mümkündür. Tarihsel köklerini Aristoteles’in siyasal toplumu açıklamak için kullandığı “politike koinonia” kavramına kadar götürebileceğimiz sivil toplum kavramı, Aristo tarafından “yasalarla belirlenmiş kurallar sistemi içerisinde özgür ve eşit kabul edilen yurttaşların siyasal toplumu, “ahlaki kamu” olarak tanımlanmaktadır. Devletin tanrısal bir boyut taşıdığını, gerekirse aile başta olmak üzere bütün özel alanlara devletin yüce amaçları doğrultusunda müdahale edebileceğini, mükemmel bir devlet yaratılabilmesi gerektiğini vurgulayan Aristoteles bu bakımdan çalışmamızın ilerleyen bölümlerinde değineceğimiz gibi Hegel’in 18. yüzyılda devlete ve sivil topluma dair ortaya koyduğu yorumlarıyla da benzerlik göstermektedir.2

18. yüzyılla birlikte dünyada yaşanan coğrafi keşifler, sanayi devrimi, pazar ekonomisinin genişlemesi ve bunun toplumsal alanda yarattığı dönüşümlere bağlı olarak siyasal toplum ve sivil topluma dair farklı yorumlar ortaya çıkmaya başlamış, sivil toplum devletin karşısında bir özgürlükler alanı olarak yorumlanmaya başlamıştır. Bu yüzyılla birlikte devlet-sivil toplum dikatomisi çoğu düşünür tarafından kabul edilse de devlet eksenli ve birey eksenli olmak üzere farklı sivil toplum tanımlamalarının yapıldığı gözlenmektedir. Machiavelli, J. Bodin, Thomas Hobbes, J.J Rousseau ve G.W.F Hegel gibi devlet eksenli bir sivil/siyasal toplum tasavvurunda bulunanların yanı sıra, Adam Smith, John Stuart Mill ve F. Hayek gibi birey merkezli bir sivil toplum yorumu geliştiren düşünürlere de rastlamak mümkündür.3

Biz bu çalışmamızda devlet-sivil toplum ikiliğini 18. yüzyılda en net şekilde ortaya koyan ve yukarıda açıkladığımız üzere bu dikatomi içerisinde devlet eksenli bir yorum geliştiren Hegel’in sivil toplum kavramını açıkladıktan sonra kendisinden oldukça fazla etkilenen ama aynı zamanda kendisine de kimi noktalarda karşıt fikirler geliştiren Karl Marx’ın sivil toplum kavramına yaklaşımını açıklayacak ve son bölümde ise bu iki düşünürün sivil toplum kavramına dair getirdikleri yorumun karşılaştırmalı bir analizini sunmaya çalışacağız.

Hegel ve Sivil Toplum

Alman ve modern Batı felsefesinin 19. yüzyılın başındaki önemli düşünürlerinden biri olan G.W.F Hegel, 1770 yılında Stuttgard’da dünyaya gelmiştir. Tübingen’de İlahiyat okuduktan sonra Bern ve Frankfurt’ta felsefe öğretmenliğine başlamış, 1805 yılında ise Jena Üniversitesinde profesör olmuştur. İlk dönemlerinde Kant ve Hristiyanlık felsefesi üzerine incelemeler yapan Hegel daha sonraki yıllarda Kant felsefesini de tenkit etmeye başlamış ve kendi felsefi sistemini oluşturmaya çalışmıştır. Mantık Bilimi (Wissenschaft der Logik) ve 1821’de yayınladığı Hukuk Felsefesinin İlkeleri (Grundlinien der Philisophie des Rechts) Hegel’in oluşturmaya çalıştığı felsefi sistemin ve özellikle onun iktisadi ve siyasi toplum anlayışını derli toplu ele aldığı eserleridir.

Hegel’in siyasi ve iktisadi alana dair fikirlerini olgunlaştırmaya başladığı tarihsel aralık, Avrupa’da ekonomik bir güç haline gelen ticaret burjuvazisinin ekonomik çıkarlarını siyasi taleplere dönüştürmeye başladığı bir dönemin ürünleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Kapitalist toplum yapısının olgunlaşmaya başlamasıyla formel olarak billurlaşan iktisadi alan – siyasi alan ayrılığı, devlet – sivil toplum ayrılığı olarak felsefi terminolojiye dönüşmekte ve Hegel tarafından bu dikatomik ilişki çerçevesinde okunmaya çalışılmaktadır. Dolayısıyla Hegel öncesi ağırlıklı olarak “devlet ve sivil toplum” ile “doğa durumu” arasında gerçekleşen ayrım Hegel ile birlikte modernitenin ayırt edici bir özelliği olarak “devlet” ve “sivil toplum” arasında yaşanan bir gerilim olarak biçimlenmektedir. Bu kurgusal bağlamda Hegel’e göre sivil toplum; “1. İhtiyacın dolayımı ve bireyin, hem kendi emeği hem de bütün diğer bireylerin emeği ve ihtiyaçlarının tatmini aracılığıyla tatmin bulması: İhtiyaçlar sistemi. 2. Bu sistemin içerdiği evrensel unsurun gerçekliği: Mülkiyetin yargı gücü vasıtasıyla korunması. 3. İlk iki sistemdeki olağanlık kalıntılarına karşı alınan önlemler ve tikel menfaatlerin kamu yönetimi (polis) ve korporasyonlar vasıtasıyla, ortak çıkarlar olarak korunması” olmak üzere üç momenti içermektedir.4

Hegel, Doğal Hukuk (Du Droıt Naturel) üzerine yazdığı denemesinde sivil toplumu “olumsuzlama ve karşıtlığın”, “belirlenmiş tikellikler çokluğunun” alanı olarak tanımlamaktadır. Hegel’in sivil toplum kavramsallaştırmasında temel ilke tikellik ilkesidir. Bu ilke gereğince bireyin yalnızca kendi özel amacına yönelik davranışları sivil topluma egemendir. Tikelliğin sivil topluma egemen olması onun çözülmesi ve dağılmasını da tetiklemektedir. Hegel’e göre sivil toplumda evrensellik, bireylerin tikelliklerinde, şahsi çıkarları maksimize etme noktasında değil ancak bunu sağlamak için bireylerin kendi aralarında kurdukları karşılıklı ilişkilerde kendisini göstermektedir. Bireylerin birbirleriyle ilişkide bulunup birbirlerinin gereksinimlerini karşılarken amaçları yalnızca kendi çıkarlarını maksimize etmektir. Evrenselliğin sürekli tikele geri dönmesi olarak tarif edilen bu sistemi Hegel, “ussallık yanılsaması” olarak tanımlamaktadır.5

Kendinden önceki sözleşmeci düşünürlerin aksine Hegel için doğa ve tarih ikiliği dolayımlı bir ilişkidir. Bu bağlamda sivil toplum doğal yasaların, doğal düzenin güvencesi altında değildir. Sivil toplum, doğal yaşamın önceden bir parçası olmamakla beraber uzun ve karmaşık bir tarihsel dönüşüm sürecinin ürünüdür. Bu anlamda sivil toplumun yaratılması modern dünyanın bir başarısı olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla Hegel’e göre sivil toplum doğal bir yapı olmaktan ziyade tarihsel süreç içerisinde oluşmuş bir alanı tanımlamaktadır. Sivil toplumu modern dünyanın yarattığı tikellikler alanı olarak yorumlayan Hegel’e göre buradaki özel çıkarları genel çıkara dönüştürecek, sivil toplumda yaşanması olası kaos durumunu önleyecek yapı, Hegel’in aile ve sivil toplumun üstünde konumlandırdığı devlettir.6

Hegel devleti daha çok sivil toplumun çatışan unsurlarını içine alan, muhafaza eden ve bunlardan daha fazla düzeyde bir ahlaki varlığı sentezleyen yeni bir uğrak olarak kavramaktadır. Devlet, toplumun birliğini temsil etmektedir; artık sivil toplum korunmuş ve aşılmıştır. Dolayısıyla devlet, sivil toplumda ortaya çıkan adaletsizlikleri ve eşitsizlikleri önlemek ve iyileştirmek için müdahalede bulunabilir.7

Modern dönemde devlet-sivil toplum ikililiğini bu düzlemde inceleyen Hegel, sivil toplum kavramına getirdiği yorumla kendinden sonraki düşünürleri de etkilemiştir. Özellikle Hegel’in diyalektik felsefesinden etkilenen ve ortaya koyduğu fikirleri açıklarken sivil toplum kavramını da merkeze alan Karl Marx, tarihin başat çelişkisi olarak gördüğü sınıf mücadelesinin yaşandığı arena olarak sivil toplumu görmüştür.

Karl Marx ve Sivil Toplum

19. ve 20. yüzyıla damgasını vuran ve siyaset felsefesi halen tartışılmaya ve etkisini hissettirmeye devam eden Karl Marx, yaşadığı yüzyılda kapitalizmin derinleşen toplumsal gerilimlerini anlamaya ve bu olgudan hareket ederek tarihsel bir anlatı ortaya koymaya çalışmıştır. Avrupa’da yaşanan sanayi devrimine bağlı olarak burjuvazi-proleterya çatışmasının tırmandığı bir dönemde sınıflar arası çatışmaları inceleyen Marx, tarihin bir sınıf savaşları tarihi olduğu sonucuna varmış ve Hegel’in diyalektik felsefesine materyalist bir yorum getirerek tarihin ilerleyişinin (tez-antitez-sentez) sınıf mücadelelerinde yattığını iddia etmiştir. Marx’ın bu sınıf mücadelelerinin yaşandığı alan/mecra olarak sivil toplumu görmesi, onun sivil toplum üzerine düşünmesini ve sivil toplum kavramına özgün katkılarda bulunmasını sağlamıştır.

Hegel’in de inceleme nesneleri arasında yer alan aile, sivil toplum ve devlet uğrakları arasındaki ilişkiyi yeniden yorumlayan Marx, Hegel’in fikirlerini kapsamlı bir eleştiriden geçirir. Ona göre Hegel’in iddia ettiği gibi asıl belirleyici uğrak ayrıcalıklandırılan devlet değil, sivil toplumdur. Bu anlamda Marx, Hegelci sivil toplum-devlet ikililiğini tersine çevirir. Kabaca “altyapı üstyapıyı belirler” şeklinde formüle edilen ve Marksist yöntemdeki maddi süreçlere öncelik tanıyan anlayış, Hegel’de öne sürüldüğü gibi sivil toplumda yaşanan tikelliklerin devlet uğrağında aşılabileceği görüşünün aksine yine sivil toplumda yaşanacak sınıf çatışmalarıyla aşılabileceğini iddia eder. Bu anlamda Hegel gibi sivil toplum-devlet ayrışmasının kapitalizmle birlikte modern dönemin bir sonucu olduğunu düşünen Marx, sivil toplumla siyasal toplum arasında bir özdeşlik kurar ve sivil toplum “organik ilkesinin” aynı zamanda devletin de ilkesini sağladığı için sivil toplumun siyasal toplum olduğunu vurgular.8

Yahudi Meselesi isimli eserinde bu konuyu açan Marx, modern dönemde ortaya çıkan sivil toplumun siyasal-olmayış niteliğini Fransız Devrimi ile kazandığını iddia etmekte, devrimin sivil toplumun siyasal niteliğini ortadan kaldırdığını savunmaktadır. Alman İdeolojisi kitabında yine sivil toplumu merkeze alan Marx, sivil toplumun tarihin belirli bir aşamasında ortaya çıktığını vurgulayarak “tüm tarihin gerçek kaynağı ve sahnesi olarak sivil toplumun sınıf çatışmalarındaki merkezi rolünü belirtir. Bu bakımdan Marx’a göre sivil toplum, üretici güçlerin belli bir gelişmişlik aşamasında bireyler arasındaki maddi ilişkilerin tümünü içerir. Verilmiş bir aşamadaki tüm ticari ve sınai yaşamı içerir.” Sivil toplum bu tanımı itibariyle Marx’ta tarihsel dönüşümlere uğramakla birlikte, tarihin çeşitli süreçleri boyunca, temelde yer alan bir sürekliliğin taşıyıcısı olarak konumlandırılmaktadır.9

Marx’ın Hegel’e eleştirel yaklaşarak geliştirdiği sivil toplum analizi kendisinden sonraki Marksist düşünürler tarafından da sıkça ele alınmış ve farklı açılardan değişen tarihsel koşullara bağlı olarak da yorumlanmıştır. Marksist gelenek içerisinde sivil toplum kavramını işleyen ve Marx’ın özellikle siyasal alana dönük analizlerinin derinleşmesini sağlayan en önemli isimlerin başında İtalyan Marksist ve siyaset bilimci Antonio Gramsci gelmektedir. Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde yaşayan ve ömrünün çoğunu Mussolini hapishanelerinde geçiren Gramsci, kaleme aldığı Hapishane Defterleri (Prison Notebooks) isimli eserinde sivil toplum-devlet ikililiğini hem Hegel’den hem de Marx’tan esinlenerek yeni tarihsel dönemin özgül koşullarına uyarlamaya çalışır. Bu bağlamda kapitalist toplumsal formasyonlardaki sınıf egemenliğinin “hegemonik” temellerini açıklamaya çalışır.10 Gramsci’nin ardından özellikle Marcuse ve Althusser gibi Batı Marksizmi veya Hegelyen Marksizm olarak anılan ekolün önemli düşünürleri de sivil toplum üzerine düşünmeye devam etmişlerdir. Gerek akademik alanda gerekse bir siyasal strateji olarak Marksist literatürde önemli yer bulan sivil toplum kavramı Marksizm içerisinde demokratik siyaset yollarının da gelişmesini sağlamıştır.

Buradan da anlaşılacağı üzere Marx’ın Hegel’den yola çıkarak yorumladığı sivil toplum kavramı, kendisinden sonraki devamcılarını da etkilemiş ve günümüze değin sivil toplum kavramı akademi ve akademi dışı alanda güncel bir tartışma konusu ve inceleme nesnesi olarak önemini koruyarak arttırmaya devam etmiştir.

Hegel ve Marx’ta Sivil Toplum Kavramının Karşılaştırmalı Analizi

Pre-modern dönemde gözlemlenen siyasal alan ekonomik alan birlikteliği, modern dönemde kapitalist toplumsal formasyonun bir sonucu olarak ayrılmaya başlamış, bu olgu ilk kez net bir şekilde Hegel tarafından ortaya konulup incelenmeye çalışılmıştır. Modern dönemde ortaya çıkan bu ayrım sivil toplumun devlet karşısında bir tikellikler ve özgürlükler alanı olarak yorumlanmasını mümkün hale getirmiştir. Sivil toplumu bireysel bencilliklerin alanı, bir tikellikler mecrası olarak yorumlayan Hegel, sivil toplumda bireylerin kendi çıkarlarını maksimize etmeye çalışmalarından dolayı ortaya çıkarabilecekleri kaos durumuna karşı “aşkın devlet” teorisini geliştirmiştir. Ona göre sivil toplumun tikelliklerini bastıracak, bireylerin kişisel çıkarlarını kamusal yarara ikame edecek ve toplumsal düzen ve işleyişi sağlayacak bir yapı olarak devlet, sivil toplumun karşısında onu aşan, onun üstünde bulunan bir organizasyondur. Dolayısıyla Hegel’in sivil toplum-devlet formülasyonunda devlet, sivil topluma baskın bir karakterdedir.

Hegel’in sivil toplum devlet ikililiğini benimseyerek bu iki kategorinin niteliğini inceleyen Karl Marx, Hegel’in bir eleştirisi olarak sivil toplum ve devlete dair evrensellik savlarının yanıltıcı olduğunu ispatlamaya çalışır. Bunu sivil topluma materyalist bir bakış açısıyla yaklaşarak gerçekleştirmeye çalışan Karl Marx, artık değerin ortaya çıktığı ve sınıf sömürüsünün gerçekleştiği alan olarak sivil toplumu incelemeye girişir. Hegel’den farklı olarak kapitalist toplumda ortaya çıkan sivil toplum-devlet dikatomisini somut bir olgu olarak ele almakla yetinmeyen Marx, bu ayrımın aşılmasına yönelik de bir siyaset felsefesi geliştirmeye çalıştı. Ona göre sivil toplum Hegel’in iddia ettiği gibi sadece toplumdaki tikelliklerin ve çelişkilerin ortaya çıktığı bir mecra değil aynı zamanda bu çelişkilerin aşılmasını sağlayacak süreç ve aktörlerinde ortaya çıktığı bir alanı nitelemekteydi.

Marx, aynı tarihselliğin ürünü olarak modern devlet ve sivil toplum ikiliğini, insanın türsel yaşamı ve dolayımsız maddi/özel yaşamı olarak insani varoluşun iki ayrı biçimine yansıtarak ele alıyordu. Marx’ın bu yaklaşımında, kutuplardan birincisine politik devlet, ikincisine ise sivil toplum karşılık geliyordu:

“Tam bir politik devlet, özü gereği, insanın maddi yaşamına karşılık olarak insanın türsel yaşamıdır. Bu egoist yaşamın tüm önkoşulları, devlet alanının dışında sivil toplum içinde varoluşunu sürdürür, ama sivil toplumun özellikleri olarak.”11

Politik devlet ve sivil toplum alanlarındaki ikili varoluş biçimi açısından, birey birinci alanda insanlarla karşılıklı ilişkilerinin araçsallığından dolayı “komünal varlık”, ikincisinde ise “özel insan/varlık” olarak var olmaktaydı.

Marx, sivil toplumdaki insanların birbirlerini birer araç konumuna indirgedikleri biçimindeki yargısını 1844 Elyazmaları’nda da yinelemektedir:

“Toplum, siyasal iktisatçılara göründüğü biçimiyle, her bireyin bir gereksinmeler bütünü olduğu ve her biri diğeri için bir araç olduğu ölçüde, başkasının da kendisi için var olduğu gibi, yalnızca bir başkası için var olduğu sivil toplumdur. Siyasal iktisatçı, her şeyi insana, yani bireye indirger.”12

Marx, ekonomi politiği ve Hegel’in sivil toplumu yorumlayışındaki benzer noktaları, toplumu bencil çıkarlar alanı olarak sivil toplumla sınırlandırdığı ve bu ikincisinin dışında kalan toplumsal uzamı gözardı ederek, burjuva toplumuyla sivil toplum arasında tek olanaklı gösterilen bir özdeşlik ilişkisi kurduğu için eleştiriyordu. Ona göre toplum, “komünal” varoluş biçimleriyle ilgili olanaklar da düşünüldüğünde, atomize olmuş egoist bireyler arasındaki, çıkara dayalı araçsalcı ilişkiler tarafından belirlenen bir kategoriye indirgenemezdi.13

Tüm bu açıklanan noktalar göz önüne alındığında modern dönemin sivil toplum-devlet ayrılığını ilk görenlerden ve sivil toplumun tikellikler alanı olarak devletin karşısında konumlandıran düşünürlerden biri olan Hegel, modern dönemde sivil toplum kavramını yeniden tartışmaya açan düşünür olmuştur. Hegel’in diyalektik felsefesini kendi kuramının metodolojisini inşa ederken kullanan Marx, Hegel’in sivil toplum-devlet ikiliğini modern dönemin içkin bir özelliği olarak ele almasına katılmakla birlikte devletle sivil toplumun Hegel’de yer alan evrenselliğini ve karşılıklı konumlanışlarını tartışmaya açmış, bu bakımdan Hegel’e eleştirel bir yorum getirmiştir. Tarihin motoru olarak gördüğü sınıf çatışmalarının yaşandığı mekan olarak sivil toplumu ele alan Marx, sivil toplumda yaşanan süreç ve bu süreci etkileyen aktörlere odaklanarak Hegelvari bir bakışla devleti sivil toplumun üstünde konumlandırmamış aksine modern dönemde yaşanan bu formel ayrılığın sivil toplumda yaşanacak sınıf mücadeleleri sayesinde aşılabileceğini iddia ederek Hegel’in savlarından daha radikal bir yorum geliştirmiştir. Dolayısıyla Hegel’de belirleyici bir uğrak olan devlet, Marx’ta sivil toplumla yer değiştirmektedir. Bu durum Marx’ın ölümünden sonra kimi yorumcular tarafından Marx’ın, “başları üzerinde duran Hegel’i ayakları üzerine oturttuğu” şeklinde yorumlarda bulunmalarına sebep olacaktır.

Sonuç

Günümüzde, Soğuk Savaş sonrası neo-liberalizmin hakim paradigma olarak karşımıza çıkmasıyla ve küreselleşme dalgasının dünya ölçeğinde arttırdığı akışkanlıkla genişleyen ve devlet karşısında bir özgürlükler alanı olarak önemini arttıran sivil toplum mefhumu, akademik araştırmalara konu olmaya devam etmektedir. Siyasal düşünceler tarihi kapsamında birçok düşünürün inceleme nesnesi olan sivil toplumun, modern dönemde önemi daha da artmaya başlamış, toplumsal hareketlerin ve demokratik taleplerin geniş halk yığınları arasında yaygınlaşmasıyla devlet-sivil toplum ikiliği arasında yaşanan gerilim dikkat çekici bir hal almaya başlamıştır.

On sekizinci yüzyılda bu dikkat çekici olguyu en net şekilde ortaya koyan filozoflardan biri Hegel olmuştur. Hegel’in genel anlamda bireysel çıkar alanı olarak olumsuzladığı sivil topluma karşı daha üstün ve sivil toplumda doğabilecek zararları önleyici bir misyon yüklediği yapı devlet olmuştur. Devlet-sivil toplum ikiliğinde kamusal yararı sağlayabilecek tek ve üstün bir yapı olarak devleti yücelten ve ona aşkın, üstün bir rol biçen Hegel var olan ikiliğin ve bu dikatomik ilişki içerisinde doğabilecek çatışmaların önlenebilmesini devletin sivil topluma müdahalesinde ve onun üstünde konumlandırılmasında görmüştür.

Hegel’in felsefesinden önemli ölçüde etkilenen ve ona karşı geliştirdiği eleştirel söylemle kendi özgün siyasal düşüncesini oluşturan Karl Marx, devlet-sivil toplum ikiliğinin modern dönemde ortaya çıkan bir ayrımlaşma olduğu noktasında Hegel’e katılmakla birlikte mevcut ikiliği devletin kutsanmasında değil aksine bu ikiliğin sivil toplumda yaşanan süreçlerin ve sivil toplumda bulunan çelişkili aktörlerin birbirleriyle girişecekleri mücadeleler sonucu aşılabileceğini öne sürmüştür. Sivil toplumu tarihin gerçek sahnesi olarak ifade eden Karl Marx, sivil toplum kavramına getirdiği özgün yorumlarla siyasal düşüncelerini de temellendirmiş ve kendisinden sonra gelen Marksist düşünürlere ilham olduğu gibi farklı ideolojik çevrelerden siyaset bilimcilerin de sivil topluma yaklaşımlarında aydınlatıcı bir rol oynamıştır.

1Seyfettin Aslan, Sivil Toplum: Kavramsal Değişim ve Dönüşüm, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:9/33, Yaz 2010, s.190

2Mine Gözübüyük Tamer, Tarihsel Süreçte Sivil Toplum, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt:27/1, Haziran 2010, s.92

3a.g.m, s.93

4Gökhan Demir ve Dünya Ahtem Öztogay, Hegel ve Marx’ta Sivil Toplum, Doğu Batı Düşünce Dergisi, Sayı:55, 2011, s.114

5Gülnur Acar Savran, Sivil Toplum ve Ötesi, Ankara, Dipnot Yayınları, 2013, s.202

6İsmail Akbal, Doğa Hukukçularından Hegel’e Sivil Toplumun Siyasal Anlamından Kurtuluşu, Gelenekten Geleceğe (2018): 39, s.55

7a.g.m, s.58

8Mehmet Yetiş, Melike Halifeoğlu, Gramsci Sivil Toplum-Devlet İkililiği ve Kurumsal Kökenler, Mülkiye Dergisi, 37(1), 163-188

9Gülnur Acar Savran, Sivil Toplum ve Ötesi, Ankara, Dipnot Yayınları, 2013, s.264

10Mehmet Yetiş, Melike Halifeoğlu, Gramsci Sivil Toplum-Devlet İkililiği ve Kurumsal Kökenler, Mülkiye Dergisi, 37(1), s. 176

11Karl Marx, Felsefenin Sefaleti, Ankara, Sol Yayınları, 1975, s.54

12Karl Marx, 1844 Elyazmaları, Ankara, Sol Yayınları, 1975, s.317

KAYNAKÇA

13Mehmet Yetiş, Marx ve Sivil Toplum, Praksis Dergisi, (10):2011, s. 24

  1. AKBAL İsmail, Doğa Hukukçularından Hegel’e Sivil Toplumun Siyasal Anlamından Kurtuluşu, Gelenekten Geleceğe (2018): 39
  2. ASLAN Seyfettin, Sivil Toplum: Kavramsal Değişim ve Dönüşüm, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:9/33, Yaz 2010
  3. DEMİR Gökhan ve ÖZTOGAY Dünya Ahtem, Hegel ve Marx’ta Sivil Toplum, Doğu Batı Düşünce Dergisi, Sayı:55, 2011
  4. HEGEL, G.W.F, Seçme Parçalar, Ankara, Sol Yayınları, 2000
  5. MARX Karl, Felsefenin Sefaleti, Ankara, Sol Yayınları, 1975
  6. MARX Karl, 1844 Elyazmaları, Ankara, Sol Yayınları, 1975
  7. SAVRAN Gülnur Acar, Sivil Toplum ve Ötesi, Ankara, Dipnot Yayınları, 2013
  8. TAMER Mine Gözübüyük, Tarihsel Süreçte Sivil Toplum, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt:27/1, Haziran 2010
  9. YETİŞ Mehmet, HALİFEOĞLU Melike, Gramsci Sivil Toplum-Devlet İkililiği ve Kurumsal Kökenler, Mülkiye Dergisi, 37(1)
  10. YETİŞ Mehmet, Marx ve Sivil Toplum, Praksis Dergisi, (10):2011